www.musluman.biz

10 Mart 2012 Cumartesi

Bu dünyada garip ya da geçip giden bir yolcu gibi ol

Huseyin Ebu Emre - Harun Yildirim - ahlak ve imani dersler


٦٤۱٦- حَدَّثَنَا عَلِيُّ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ عَبْدِ الرَّحْمَنِ أَبُو المُنْذِرِ الطُّفَاوِيُّ عَنْ سُلَيْمَانَ الْأَعْمَشِ قَالَ حَدَّثَنِي مُجَاهِدٌ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عُمَرَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمَا قَالَ أَخَذَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بِمَنْكِبِي فَقَالَ كُنْ فِي الدُّنْيَا كَأَنَّكَ غَرِيبٌ أَوْ عَابِرُ سَبِيلٍ وَكَانَ ابْنُ عُمَرَ يَقُولُ إِذَا أَمْسَيْتَ فَلَا تَنْتَظِرْ الصَّبَاحَ وَإِذَا أَصْبَحْتَ فَلَا تَنْتَظِرْ الْمَسَاءَ وَخُذْ مِنْ صِحَّتِكَ لِمَرَضِكَ وَمِنْ حَيَاتِكَ لِمَوْتِكَ.
6416- Abdullah ibnu Ömer -Allah ondan ve babasından razı olsun- şöyle dedi:

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem benim omzumu tuttu ve: "Dünyâda bir yabancı veya yolcu gi­bi ol!" buyurdu.

Mucâhid dedi ki: İbnu Ömer de şöyle derdi: Akşama eriştiğinde sabahı bekleme, sabaha eriştiğinde de akşamı bekleme. Sıhhatli iken Allah’ın itaati ile meşgul ol ki, hastalığında seni buna zorlamayalım. Ölümünden önce hayatından faydalan. (Hadisin Buharide geçtiği yer: 6416 )

Sohbet

Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem- İbn Umer -Allah ondan râzı olsun- e dedi ki:“ Bu dünyada garip ya da geçip giden bir yolcu gibi ol.”
Bu hal, dünyada yok olmak ve ahirette ise ebedi olmak gibi bir durumdur.
Bir başka rivayette şu da belirtilir: “ Kendini kabir ehli arasında say.”
İsa- aleyhiselam-’ın nasihatlarından biride şudur: “ Dünyada geçip giden ol; onu yurt edinen biri olma.”
Yine İsa-aleyhiselam-şunu da demiştir: “ Kim okyanus dalgalarının üzerine bir ev yapar ki? Bu dünya hayatı sonsuza kadar sürecek bir ev değildir.”
Bu yüzden inanan kişi, kendi memleketinden başka bir yere geçip giden, bir yabancı gibidir. O kendi vatanına döneceği günün özlemi içindedir. Eve doğru geri dönüş yolu için ihtiyatlı davranarak hazırlık yapar. Yolculuk yaptığı memleketin insanlarıyla mevki makam yarışı yapmaz. Yine O, insanlar arasında yaşadığı, karşılaştığı alçaltıcı durumlardan kederlenmez.
Fudayl İbn İyad -Allah ona rahmet etsin- dedi ki: “İnanan bu dünyada üzgün ve ızdırap içindedir. Onun temel kaygısı donanımlarını onarmaktır(Güç durumda olan birinin aracını tamir etmesi gibi).”
Hasan Basri -Allah ona rahmet etsin- dedi ki: “ İnanan bu dünyada garip gibidir. Ne dünyanın onu aşağılamasına üzülür ve ne de dünyalık şan şöhrete sahip kişilerle rekabet eder.”
Hakikatte, inanan bu dünyada bir garip gibidir. Çünkü atası Âdem-aleyhisselâm- ilk olarak ebedi yurtta yaşıyordu ve daha sonra oradan çıkarıldı. Bu yüzden O, devamlı olarak ilk yaşadığı yere geri dönmeyi arzuluyor. Ve o devamlı olarak çıkarıldığı yurduna dönmekle meşgul oluyor.
Bu durum, söylenen şu söz gibidir: “ Kişinin memleketine, doğduğu yere olan sevgisi imandandır.”
Bu kategoride inananlar birkaç kısıma daha bölünebilir. Kalbi cenneti arzulayanlar onlardandır. Ve kalbi Rabbına bağlı olanlar onlardandır. Ve bunlar Allaha şeksiz , şüphesiz iman edenlerdir.Belki de müminlerin emiri sadece bu kısmı işaret ediyordu. Muvahhidler, kalpleride Rablarıyla beraber, bedenleriyle bu dünyadadırlar.
Hasan Basri -Allah ona rahmet etsin- dan Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem- dedi ki: “ Allah şöyle buyurdu: “ Kulun kalbinin bana bağımlı olması saflığının (kötülükten uzaklığın) işaretlerindendir. Bana bağlılığı devam ettiği sürece o her halinde beni unutmaz. Ve bu hal üzere, beni unutmaması için benimle meşgul olmasını sağlarım. Böylece o beni unutmaz ise, Ben onun kalbini değiştiririm. Ve bunun üzerine o kul konuştuğu zaman benim için konuşur, sukut ettiği zaman benim için sukut eder. O artık benim kendimden lütufta bulunduğum biridir.”
Bu haldeki insanlar gariplikleri en büyük gariplik olan ve garipler arasında da garip olan kullardır.
Gariplik bu yolu yaşayanlar açısından iki çeşittir: aşikar olanlar ve gizli olanlar.
Şerli insanların bulunduğu zamanda diğerlerini ve kendilerini düzeltenlerin garipliği. İnsanlara gösteriş yapan ve riyakarların karşısında hakkı söyleyenlerin garipliği. Cahil ve kötü ahlaklı insanların bulunduğu zamanda alimlerin garipliği. Allah sevgisinden ve korkusundan yoksun bırakılmış, dünyaperest alimlerin bulunduğu zamandaki ahreti elde etmeye çalışan alimlerin garipliği. Değeri olmayanlara gidildiği zamanda, zühd ehlinin garipliği.
Kişinin arzularının garipliği- hatta o tüm canlıların, alimler, abidler ve zühd ehlide dahil ariflerin garipliğidir. Gerçekte bu üç grup, ibadetlerinin, ilimlerinin ve zühd ehlinin onları götürdüğü yerde dururlar. Ama bu kişiler ibadet ettikleri ve kalpleri ondan başkasına sapmayan Rablerine ulaştıklarında dururlar.
Bu Ebu Süleyman Darani -Allah ona rahmet etsin-‘nin onların vasıflarıyla ilgili söylediğ gibidir: “ Onların özlemleri insanların özlemleri gibi değildir. Ve insanların isteklerinin aksine onların istekleri Ahiret içindir. Ve onların Allaha olan duaları da insanların duaları gibi değildir.”
Bir defasında ona amellerin enüstününün ne olduğu soruldu. Bunun üzerine o ağlamaya başladı ve dedi ki:“ Allah kalbine hükmeder, kalbin Allahın kontrolündedir. Ve böylece Allaha kavuşmaktan başka bu dünyadan veya ahiretten bir şey arzulamazsın.”
Yahya İbn Muaz -Allah ona rahmet etsin- şöyle dedi: “ Zahid bu dünyanın garibidir ve arifte ahretin garibidir.”
O, Allahı idrak eden kişinin ahretlik insanlar arasında garipken, dünyadan yüz çeviren kişinin de dünya insanları arasında garip olduğunu belirtiyor. Bu yüzden, ne abidler ve ne de zühd ehli onları tanımazlar. Gerçekten onun gibi olanlar ve arzuları onun arzularına benzeyenler onu tanıyabilirler. Daha doğrusu beklide bu gariplik vasıflarının tamamı veya çoğu ya da bazısı arif olanda görülebilir. Bu yüzden hiç kimse onun garipliği hakkında sorgulamada bulunması tavsiye edilmez.
Yahya İbn Muaz -Allah ona rahmet etsin- şöyle dedi: “ Abid insanlar arasında tanınırken arif gizlidir, bilinmez.
Ve beklide kendisinde barındırdığı kötü düşünceler ve halinin gizliliğinden dolayı arifin hali kendine bile gizlidir.
İbrahim İbn Etem -Allah ona rahmet etsin- dedi ki: “ Ben kendinden haberi olmayan ve ne de insanların ondan haberi olmayan biri haricinde bu durumu görmedim.
Sa’ad -Allah ondan râzı olsun-‘dan Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu: “ Gerçekten Allah, takvalı, başarılı ve gizli olan kulunu sever.”
Muaz İbn Cebel -Allah ondan râzı olsun- ‘den Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem- dedi ki: “ Gerçekten Allah doğruları, takva sahibi olanları, gizli olanları sever. Onlar yokluklarında özlenmezler ve varlıklarında da tanınmazlar.”
Bu kişiler ilim kandilleri ve kurtuluş yolunun rehberleridir.
Ali İbn Ebu Talib -Allah ondan râzı olsun- şöyle dedi: “ Hayır, insanları tanımayan ve insanlarında onu tanımadığı her kul içindir. Ancak Allah onu tanır ve ondan razıdır. Bunlar kurtuluş yolunun kandilleridir.”
Bu kişiler gariplerin en az olanlarıdır. Onlar dinleri için fitneden uzak dururlar. Onlar ailelerinden eziyet gören ve Meryem Oğlu İsa ile beraber bulunacaklardır. Onlar ışık kandillerinden daha şerefli olan Ahiret yurdunun sakinleridir. Hal böyleyken bu dünya sakinleri arasında onların hali nedir ki? Onların hali bu iki gruptan( dünya ve ahret sakinlerinden) en gizli olanlar içindir.
     Sen dünyaya meyletme, onu ebedi yurt edinme! Kendine orada kalacağını söyleme! Yabancı bir kimsenin, yurdu olmayan yerlerde bağlanmadığı şeylere, sen de dünyadan benzeri şeylerle bağlanma. Garip kişi diğer insanlara az açılır. Hatta onlara karşı yabancılık çeker. Zira o, hemen hemen yolunun uğradığı kimseler arasında tanıdığı, ünsiyet sağlayacağı hiçbir kimse bulamaz O bakımdan o, kişi olarak, kederli ve korkuludur. Bir yoldan geçip giden de böyledir. Yolculuğunu tamamlayabilmesi ancak o yolculuğa güç yetirmesi, ağır yüklerini hafifletmesi ile mümkün olabilir. Bununla birlikte, yolculuğunu kesecek şeylerin bulunmayacağından da emin değildir. Beraberinde kendisini maksadına ulaştıracak azığı ve bineği vardır. İşte kişinin durumu bunlara benzetilmiştir. Bu ise dünyada zühdü tercih etmeye ve dünyadan yetecek, kişiyi menzile ulaştıracak kadarını almak ve bununla yetinmek gerektiğine işaret vardır. Nasıl ki yolcu, kendisini menziline ulaştıracak miktardan fazlasına muhtaç değilse, mü'min bir kimsenin de dünyada kendisini asıl varılacak yere ulaştıracak miktardan fazlasına ihtiyacı yoktur. "Sağlığından hastalığın için, hayatından da ölümün için birşeyler almaya bak!" Bu da bu üstün Sahabiden oldukça büyük bir vasiyettir ve bu vasiyet, Rabb'imizin Kitab'ından ve Rasulümüzün Sünnetinden alınmadır. O bize, sağlık ve afiyet zamanlarımızı farz ve müstahab itaatlerle değerlendirmemizi tavsiye etmektedir Çünkü insan hastalığı esnasında birçok itaati yerine getirmekten aciz düşebilir, bu itaatleri yerine getirmede kusur işleyebilir. O bakımdan sağlık ve esenlik zamanlarında yapmış oldukları, hastalığı esnasında yaptığı kusurlarını telâfi edebilir. Sağlıklı iken itaat ile uğraş. Çünkü hastalıkta yapılan kusurlar ancak böyle telâfi edilebilir. İnsan sağlıklı olmakla birlikte maişet ile uğraşmasından ötürü, itaat için boş vakit bulamayabilir. Bununla birlikte, geçime muhtaç olmadığı vakitlerde de sağlıklı olmayabilir. Bunların ikisi bir arada bulunacak olursa ve tembellik de itaate baskın gelirse, işte böyle bir kişi aldanmış olur. Oysa işin gerçek mahiyeti dünyanın, âhiretin tarlası olduğudur. Kârı âhirette ortaya çıkacak olan ticaret dünyada yapılır. Bu bakımdan boş zamanlarını ve sağlığını Allah'a itaat uğrunda değerlendiren kimse, işte gıpta edilecek kişi odur. Bunları Allah'a isyanda kullanan ise, aldanan kişidir; çünkü boş zamanın akabinde meşguliyet gelir, sağlığın akabinde de hastalık gelir. Ademoğlu dünyanın fani ve geçici olduğunu kesinlikle bilir Bununla birlikte o, dünyaya dalması sebebiyle ve dünya uğrunda çalışıp çabalarken, bu gerçekten gafil olabiliyor, unutabiliyor. Bu dünyanın gerçek mahiyetini bildirmek suretiyle, Allah'ın kalbini nurlandırdığı, uyanık kulu bu geçici dünya aldatamaz ve böyle bir kul, dünyanın nimet ve süsüne de rahatlıkla bağlanamaz. Aksine o, dünyayı âhiret için bir tarla olarak değerlendirir.
Ebu Hureyre-Allah ondan râzı olsun-’den Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu: “ İslam garip olarak başladı ve başladığı gibi garipliğe dönecektir. Ne mutlu o gariplere.”
İmam Ahmed ve İbn Mace bu hadisi İbn Mesud-Allah ondan râzı olsun-‘dan şu fazlalıkla rivayet etmiştir: “ Soruldu ki: Ey Allahın Rasulu garipler kimlerdir?” O dedi ki: “ Onlar, ailelerinden ve yakın akrabalarından ayrılıp, uzaklaşan kimselerdir.
Ebu Bekr el-Acuri bu hadisi şu şekilde rivayet etmiştir: “ Soruldu ki: Ey Allahın Resulu! Onlar kim?” O dedi ki: “ Onlar, insanlar bozulduklarında başkalarını ve kendilerini düzeltenlerdir.”
Diğerleri hadisi aşağıdaki gibi nakletmişlerdir. Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem- dedi ki: “ Onlar, dinleri uğruna fitnelerden kaçanlardır.”
İmam Trimizi’nin Sunen’inde hadis şöyledir: Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem- dedi ki: “ Şüphesiz bu din garip olarak başladı ve başladığı gibi garipliğe dönecektir. Ne mutlu (müjdeler olsun) o gariplere ki-onlar benden sonra insanların sünnetimden bozduklarını düzeltenlerdir.”
Ayrıca Cabir-Allah ondan râzı olsun- hadisi olarak Taberani de şöyle rivayet edilmiştir: “ Soruldu ki: Ey Allahın Resulu! Onlar kimlerdir?” O dedi ki: “ Onlar, insanlar bozulduklarında islah eden ve (yanlışlıkları) düzeltenlerdir.”
Hadisi ayrıca Taberani, Sehl İbn Sad-Allah ondan râzı olsun-’dan benzer cümlelerle rivayet etmiştir.
İmam Ahmedin Sad İbn Ebu Vakkas-Allah ondan râzı olsun-‘tan rivayetinde şu ifade yer almaktadır: “ Mutluluk(müjde) insanların bozuldukları zamandaki garipler içindir.”
İmam Ahmed ve Taberani’nin Abdullah İbn Amr-Allah ondan râzı olsun-‘dan yaptıkları diğer bir rivayette Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu: “ Müjdeler olsun o gariplere!” Soruldu ki: “ Garipler kimlerdir?” Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem- dedi ki: “ Onlar, çok sayıda münker işleyen insanlar tarafından etrafı çevrilmiş, hak yolda olan kişilerdir. Onlara uymayanların sayısı uyanlardan çok daha fazladır.”
Ve hadis Abdullah İbn Amr’dan şu şekilde rivayet edilmiştir: Soruldu ki: “Garipler kimlerdir?” Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem- dedi ki: “Onlar, dinleri için uzaklaşanlardır. Allah onları Meryem Oğlu İsa ile gönderir.”
İslam garip olarak başladı…” hadisi İsa peygamberin dünyaya gelişinden önceki sapık yol üzerinde olan insanları da belirtmektedir. Bu Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem-‘in şu hadisinde dediği gibidir: “ Allah yeryüzündeki insanlara baktı ve Kitap Ehli(dinlerini tahrif etmeden sıratı mustakimde olanlar)dan bazı kalanlar dışında Arap olanlara da Arap olmayanlara da buğz etti.
Bu yüzden Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem- peygamber olarak gönderilip islama davete başladığında başlangıçta her kabileden birkaç kişi haricinde onun davetini kabul eden olmadı. Onlarda aileleri ve toplumları tarafından cezaya uğratılmaktan korkuyorlardı. Ve onlar sabrederek zorluklara katlandılar.
İlk Müslümanlar güçsüz ve zayıflıklarından dolayı düşmanları tarafından korkutuldular ve onlar Allah için başka diyarlara göç ettiler. Onlar arasında işkence görüp öldürülenlerde vardı. İşte islama giren o ilk müslümanlar islamın başlangıcındaki kişilerdi ve onlar gariptiler.
Daha sonra hicretten sonra İslam yayıldı ve Müslümanlar her grup üzerinde zafer elde ettiler. Müslümanlar güçlendi ve insanlar akın akın islama girdiler. Ve Allah dinini onlar için tamamladı, üzerlerine rahmetini indirdi. Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem-‘in vefatından sonra Müslümanlar dinlerine bağlılıkları sayesinde en yüksek seviyede oldular. Güçlü ve egemen oldular. Ve bu hal Ebu Bekir ve Umer -Allah onlardan râzı olsun-‘in dönemlerinde de devam etti.
Daha sonra iblis Müslümanların üzerine vesveselerini salıverdi ve müslümanlar arasında ihtilaflar çıktı. Kalplere şek, şüphe ve şehvet tohumları atıldı. Bu iki kötülük şeytanın planı gerçekleşene kadar ve insanların çoğunluğu ona uyana kadar artışını hiç mi hiç durdurmadı. Öyle ki, onlar arasında şüphelerin kötülüğüne uyanlar, şehvetlerinin kötülüğüne uyanlar ve her ikisine müptela olanlar vardı. Bu durumun vuku bulacağını Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem- bizlere uyarmıştı.
Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem-‘den ümmetinin yetmişten fazla fırkaya bölüneceği rivayet edilmiştir. Ve bu gerçek, rivayetlerdeki sapıtan fırkanın sayısıyla ilgili onların sayıca yetmişten fazla olacaklarına dayandırılır. Ve yine Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem-den rivayet edilir ki; biri dışında bu fırkaların tamamı ateşte olacak. Bu kurtulan fırkada Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem-‘in ve ashabının yolu üzerinde olanlardır.
Sahih Müslim’de Abdullah İbn Amr -Allah ondan râzı olsun- ‘dan rivayet edilir: Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem- buyurdu ki: “ Fars ve Rumların hazineleri sizler için açıldığı zaman, sizin insanlarınız nasıl olacaklar?” Abdurrahman İbn Avf -Allah ondan râzı olsun : “ Allah’ın bizlere söylememizi emrettiği şeyleri söyleriz.” Dedi. Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem- : “ Ya da ondan başkası. Siz birbirinizle yarışırsınız, hasetleşirsiniz ve birbirinize sırt çevirirsiniz. Dedi.”
Sahih Buhari’de Amr İbn Avf -Allah ondan râzı olsun- ‘dan Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem- buyurdu: “ Vallahi sizin için korktuğum şey fakirlik değil. Daha ziyade, sizin için en çok korktuğum şey dünya zevklerinin sizden öncekilere sunulduğu gibi size de sunulmasıdır. Ve sizden öncekilerin yaptığı gibi o dünya zevkleri için birbirinizle yarış edersiniz. Ve bu onları helak ettiği gibi sizleri de helak eder.
Kisra’nın hazineleri Umer -Allah ondan râzı olsun- için açıldığında O -Allah ondan râzı olsun- ağlamaya başladı ve dedi ki: “ Şüphesiz bu hazine Allah’ın aralarına ihtilaf yerleştirdikleri haricinde hiçbir topluluk üzerine açılmadı.”
İmam Ahmed’in Musned’in de Ebu Berzah -Allah ondan râzı olsun-’tan rivayet edildiği gibi Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem- ümmetini bu iki kötülükten sakındırmıştır. O-sallallahu aleyhi ve sellem-  buyurdu ki: “ Gerçekten ben sizler için karınlarda bulunan aşırılık isteğinden, şahsi taraftargilliklerden ve insanları sapıtmaya götüren fitnelerden korkuyorum.”
Bir başka rivayette :  ve insanları sapıklığa götüren hevadan.” Şeklindedir.
Bu yüzden, insanların çoğunluğu bu kötülüklerin her biri veya her ikisinin kurbanı olduklarında, insanlar birbirleriyle olan bağları kopardılar ve birbirlerine buğz etmeye başladılar. Bu hal sadece kardeşlikten sonra, birbirlerini sevip, destekledikten sonra meydana geldi. Gerçekten heva ve hevese uyma insanların çoğunluğu tarafından kabul edilen yaygın bir şey oldu. Ve bu şehvetin kötülükleri insanları dünya hayatı ve onun zevkleriyle imtihan etti. Böylece bunlar yapılan gayretlerin hedefi oldu. İnsanlar bu şehvetlere yöneldiler ve onlarla hoşnut oldular. Yine şehvetleri için buğz ettiler ve onun için sevdiler. Bunun yüzünden akrabalık bağlarını kopardılar, haksız yere kan döktüler ve Allah’a karşı asi oldular.
Şüphelerin kötülüğü olarak boş, değersiz ve gururlu istekler, sapıtmaya neden oldu. Bunun sonucu olarak ta insanlar gruplara bölündü ve bazıları diğerlerini tekfir ettiler. Bu sadece İslam kardeşliğinden sonra meydana geldi. Onların kalpleri bir kişinin(Rasulullah-sallallahu aleyhi ve sellem- ‘in haricinde birinin) kalbi üzerinde birleşti. Bu yüzden kurtulan fırka haricinde bunların hepsi sapık fırka oldular. Ve o kurtulanlar Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem-‘in şu hadisinde sözünü ettiği kimselerdir: “ Allah’ın emri gelinceye kadar ümmetimden bir taife doğru yol üzerinde olacaktır. Ve muhalifleri onlara zarar veremeyeceklerdir.”
Onlar hadiste sözü edilen, kıyamete yakın zamandaki garipler olacaktır. Onlar insanların bozulduğu zamanda diğerlerini düzeltenler ve unutulan sünneti ihya edenlerdir. Onlar dinlerinin yararı için fitnelerden uzak duranlardır. Yine onlar Allah için yakın akrabalarından uzak duracak  olanlardır.
Bu, onların bir topluluk içinde bir veya iki kişi dışında sayıca az olacaklarından dolayıdır. Onlar o kadar az olacaklar ki sen bir toplulukta bir ya da iki kişi dışında onlardan hiç göremeyeceksin. İslamın ilk zamanlarında olduğu gibi bazı toplumlarda onlardan hiç olmayacak. Bunlar, alimlerin çoğunluğunun bu hadis hakkında yaptıkları açıklamadır.
İslam garip başladı ve başladığı gibi garipliğe dönecektir…” hadisi hakkında İmam Evzai-Allah ona rahmet etsin-şöyle der: “ Bu islamın yok olacağı anlamına gelmiyor, ama bundan ziyade Ehli Sünnetin yok olacağı anlamına geliyor. Öyle olacak ki bir memlekette onlardan bir kişi dışında geride kalan olmayacak.”
Hasan Basri-Allah ona rahmet etsin-arkadaşlarına derdi ki: “ Ey Ehli Sunnet birbirinize merhamet edin ki Allah’ta size merhamet etsin. Gerçekten siz insanların en azları arasındasınız.”
Yunus İbn Ubeyd-Allah ona rahmet etsin-şöyle derdi: “ Sünnetten daha garip bir şey yoktur. Ve Sünnetten daha garip olanlarda onu bilenlerdir. ” 
Süfyanı Es-Sevri-Allah ona rahmet etsin-şöyle derdi: “ Ehli Sünnete iyi davranın; gerçekten onlar gariplerdir.” Bu alimlerin  “sünnet” kelimesini anlayışları şüphe ve şehvetten uzak Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem-‘in ve ashabının üzerinde bulundukları yoldur.
Bundan dolayı da Fudayl İbn İyad-Allah ona rahmet etsin-dedi ki: “ Ehli Sünnet o kişidir ki midesine helalden ne girer onu bilir.”
Helal yemenin sünnetin en büyük şiarlarından olmasının sebebi Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem-‘in ve ashabının o yol üzerinde olmalarından dolayıdır.
Sünnetin akide konusunda şek ve şüphelerden beri olan şeyden meydana geldiği kaidesi, hadis alimlerinden ve diğer alimlerden sonraki alimlere kural kaldı. Bu özellikle Allah’a, Meleklerine, Peygamberlerine, Kıyamet Gününe, Kaderle ilgili konulara, ve sahabelerin faziletleriyle ilgili konulardaydı. Alimler bu ilimle ilgili kitaplar bir araya getirdiler ve onları “sünnet kitapları” olarak adlandırdılar. Sünnetin öneminin büyüklüğü ve ona muhalif olan herkesin helak olmanın eşiğinde olmalarından dolayı, bu ilim sadece sünnet ilmiyle nitelendirildi.
Eksiksiz bir sünnete gelince, Hasan Basri ‘nin, Yunus İbn Ubeydin, Fudayl-Allah onlara rahmet etsin-, ve onların yanındaki diğerleri tarafından belirtildiği gibi o şüphe ve şehvetlerden güvende ve uzak olan yoldur. Hak yolda bir taifenin insanların çoğunluğunun sapıttığı zamanda bulunacağı ve onlara uymayanların uyanlardan daha fazla olacağı daha önce geçen rivayetlerde belirtilmişti.
Bu sünnete tabi olanların ve onlara uyanların sayıca azlığının bir belirtisidir. Ayrıca şu da anlaşılmaktadır ki; sünnet ehline muhalif olanlar ve onlara uymayanlar sayıca daha fazla olacaklar. Bu durumun çok sayıda hadislerde rivayet edilmesi ahir zamanda dinine sımsıkı yapışan birinin övüldüğünden dolayıdır. Bu kişi sıcak kor parçalarını elinde tutan biri gibi olacaktır. Ve bu kişi kendinden öncekilerden elli kat daha fazla ecir alacaktır. Çünkü bu kişi salih amel işlemede bir yoldaş bulamayacak.
Bu garipler iki kısımdır: Birincisi insanların bozuldukları zamanda kendilerini düzeltenlerdir. İkinci kısımda, insanların sünnetten bozduklarını düzeltenlerdir. Ve bu ikinci kısımdakiler daha faziletlidirler.
Taberanı, Ebu Umame-Allah ondan râzı olsun-‘den  rivayet eder, Resuluullah-sallallahu aleyhi ve sellem- dedi ki: “ Gerçekten her şey için bir ilerleme ve bir gerileme vardır. Sizin eskiden cahiliye üzerinde olmanız ve Allahın benimle gönderdiği şey, bu dinin ilerlemesidir. Ve gerçekten aralarında bir veya iki şerir kişi bulunmayacak dereceye kadar kabile insanları tarafından kabileye İslamın öğretilmesi bu dinin ilerlemesindendir. Bundan dolayı bu ikisine zulmedildi ve aşağılandılar.  Onlar konuşmak istediklerinde riyadan uzak, soğukkanlı ve sakindiler ve zulme uğrarlar. Ve gerçekten aralarında bir veya iki fakih görülemeyecek kadar bir kavmin, insanlarına karşı acımasızca davranması bu dinin gerilemesindendir. Bu yüzden onların her ikisi de zulme uğrayacak, aşağılanacaklardır. Eğer onlar hayır konuşsa, iyiliği emredip ve kötülüğü yasaklasalar, onlar gösterişten uzak, sade, sakindirler ve eziyet edilirler.”
Dinin saptırılmasına yakın, bu hadiste ahir zamanda olacak kişi olarak tanımlanan sünneti bilen ve dini anlayışa sahip olan kişi zulme uğrayacak, itibarı zedelenecek ve hiçbir yardımcı ve yoldaş bulamayacak.
Yine Taberaninin İbn Mesud-Allah ondan râzı olsun-‘dan zayıf bir rivayet zinciriyle naklettiği hadiste Resullullah-sallallahu aleyhi ve sellem- buyurdu ki: “ İnananların toplum nazarından genç koyundan daha değersiz olmaları kıyametin alametlerindendir.”
İmam Ahmed’in Musned’inde Ubade İbn Samet-Allah ondan râzı olsun-ten, O arkadaşlarından birine şöyle dedi: “ Ömrünüz olursa Muhammed-sallallahu aleyhi ve sellem- in lisanı üzerine Kur’anı okuyan, onun helalını helal, haramını da haram bilen bir adam görürsünüz ve o zamanlar bu adam küçümsenir, sizin aranızda ona hiç itibar edilmez ve ölü bir merkebin değerinde görülür.” Ve bunun benzeri İbn Mesud-Allah ondan râzı olsun-‘un şu sözüdür: “ Öyle bir zaman gelecek ki inananlar köle hizmetçilerden daha değersiz, küçümsenen olacaklar.”
Hakikaten, inanan kişi ahir zamanda garipliğinden dolayı şüphe ve şehvetlerinin esiri olmuş insanlar arasındaki kötüler önünde alçaltılmış olacaklar. Onların her biri onun takip ettiği yola muhalif oldukları, onun hedefine ulaşmak için gösterdiği çabanın onlarınkinin üzerinde olması ve onun delillerinin onların sahip olduklarından üstün olmasından dolayı ondan nefret edecekler ve ona kötü söz söyleyecekler.
Davud et-Tai-Allah ona rahmet etsin- vefat ettiğinde, İbn es-Semak -Allah ona rahmet etsin-şöyle dedi: “ Hakikaten Davud önündeki şeye kalbi ile bakardı ve kalbinin görmesi gözlerinin görmesini geçmiştir. Sanki O senin nereye baktığını artık görmezdi ve öyle ki sende onun nereye baktığını görmezdin. Sen ona hayret ederdin o da sana hayret ederdi. Ölümü esnasında canlı olması size şaşırtıcı gelirdi.”
Ve onun ailesi ve çocukları onun halinden iğrendikleri için ondan nefret ederlerdi.
Umer ibn Abd-il Aziz-Allah ondan râzı olsun- bir defasında karısının “ Ey Allah! Bizi senden kurtar.” Dediğini duydu. Bunun üzerine O-Allah ondan râzı olsun- : “ Amin ” dedi.
Selefimiz hayatları boyunca garipliğe sahip olan inananları çoğunlukla önceden gelenler olarak adlandırırlardı.
Süleyman ed Darani-Allah ona rahmet etsin- zamanında en büyük alimlerden olan Ahmed İbn Asım el Andaki-Allah ondan râzı olsun-nin sözlerinden biri şudur: “ Hakikaten bütün zamanlardan İslamın başladığı gibi garipliğe döndüğü bir zamana ulaştım. O zamanda, hakkın anlatılması başladığı gibi garipliğe döndü. Eğer siz alime gitseniz, onun makam, mevki ve dünya sevgisiyle  imtihan ediliyor olarak bulurdunuz. Ve eğer siz bir abide giderseniz, onun iblisin kurbanı olmuş, aldanmış ve ibadetinde cahil olarak bulurdunuz. Onun, ibadetlerin nasıl yapılacağı konusunda cahilken, ibadetlerin en üst seviyeye çıkması nasıl mümkün alabilir? Ve toplumun geri kalanı cahil takipçiler, basit akıllı ve çabucak bir yola giren insanlardır. Öyle ki,  o alim ve abid, sinsice dolaşan bir tilki, aç bir aslan veya kapmak üzere olan bir kurt gibidir. Bu sizin zamanınızdaki ilim ve Kur’an ehli ve hikmet davetçilerinin tanımıdır.
Bu onun zamanındaki insanların tarifidir. Günümüze kadar bu haller ne kadar da çoğaldı ve büyüdü. Gerçekte, hiç hayal edilmeyecek noktaya kadar ulaştı.
Taberani’de Ebu Hureyre-Allah ondan râzı olsun-den Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle dedi: “ Ümmetimin bozulduğu dönemde sünnetime sımsıkı sarılan kişi şehit sevabı alacaktır.
Ebu eş Şeyh el Asbehani, Hasan Basri-Allah onlara rahmet etsin-ye bağlı bir rivayet zinciriyle rivayet etti O dedi ki: “ Eğer Müslümanların ilk nesillerinden bir adam bugün bize gönderilseydi, şu namaz haricinde hiçbir şeyin İslam’dan olduğunu kabul etmezdi.” Daha sonra O dedi ki: “ Vallahi, eğer O bu kötülükler zamanında yaşasaydı, amacı dünyalık menfaatler olan kişiler veya bid’atlere davet eden bid’atçiler görürdü. Allah onu korur ve onun kalbi Selefi Salihinin olduğu yol üzere olmayı isterdi. Ve böylece O onlar gibi amel eder ve onların ayak izlerini takip ederdi. O’nun için büyük bir mükaafat olacak.
İbn Mubarek El-Fudayldan O da Hasandan rivayet etti O dedi ki: “ Zengin ve savurgan biri  mevki ve makam sahibi olarak ve mal yığarak bu sahip olduklarının hiç sonunun gelmeyeceğini iddia ederler. Ve O daha sonra şundan bahsetti: Kınından çıkarılmış bir kılıç ile Müslümanlara karşı gelen saptırıcı bid’atçılar, Allahın Müslümanlar lehine inanmayanlarla ilgili ifşa ettiği şeylerin anlamlarını değiştirirler.”
Yine O dedi ki: “ Kendisinden başka ibadet edilmeyecek olan Allah’a yemin ederim ki, sizin sünnetiniz şu ikisi arasındadır: Kendine yeterli olan biriyle, katı kalpli, müfrit ve cahil biri arasındadır. Bu yüzden, siz sünneti yaşamada sabredin. Muhakkak, Ehli Sünnet insanların en az olanları arasındadırlar. Onlar ne ifrat ehline ve nede hevalarına uyan bid’atçılara uyarlar. Daha ziyade onlar Rablarına kavuşuncaya kadar sünnet üzere olmaya sabrederler.”
 Yine O dedi ki: “ Vallahi bir kişi bu kötülüklere ulaşırda, O, birilerinin “ Bana, benim yoluma katıl.”, ve bir başkasının: “ Bana, benim yoluma katıl.” Dediğini duyar. Ve bunun üzerine O: “ Hayır! Ben Muhammed-sallallahu aleyhi ve sellem-‘in sünneti dışında hiçbir şey kabul etmem.” Der ve sünneti araştırıp öğrenir. Muhakkak ki bu kişiye büyük bir mükaafat verilir.”