HAL HATIR SORMA
İnsanlarla karşılaşılınca yapılması gereken bazı şeyler vardır. Selamla birlikte mtısafaha denilen tokalaşmanın yapılması aradaki sıcaklığın artmasına, insanların birbirine daha iyi kaynaşmasına yardımcı olur. Hal hatır sorma, küçükse başını okşama, kucaklayıp koklama, büyükse kucaklaşıp ellerini öpme gibi davranışlar güzel davranışlardır.
İki adamın karşı karşıya gelip el tutuşmalarına musafaha denir. Karşılaşma halinde müslümanların musafaha etmeleri, Efendimizin sünnetlerinden biridir. Birbirleriyle karşılaşıp da musafaha eden iki müslüman birbirlerinden ayrılmadan önce günahları bağışlanmış olur. Tek elle musafaha edilmesiyle sünnet tamamlanmış olur. İki elle yapılması musafahanm kemalinden sayılır. Musafahadan önce selam verilmesi şartiyle bu sünnet gerçekleşir. Yabancı kadınlarla musafaha edilmez. Seleme Ibni Verdan bir gün Enes İbni Malik'i insanlarla musafaha ederken gördü. Enes ona kendisinin kim olduğunu sordu. Seleme de Leys oğullarının azadlısı olduğunu söyledi. Bunun üzerine üç defa başını okşadı ve kendisine bereket duasında bulundu.'"
Bazı camilerde sabah veya ikindi vakitlerinde namaz kılındıktan sonra cemaatın birbirleriyle musafaha etmesi bidattır. Çünkü musafaha ilk karşılaşmada meşru kılınmıştır. Bir arada bulunan kimselerin namazdan sonra musafahada bulunmaları sonradan ortaya çıkan bir adet olduğundan bu sünnet olamaz. Ancak daha önce cemaatle tanışmamış olup, namaza iştirak eden kimsenin, namazdan sonra dilediği kimselerle selam verdikten sonra musafaha etmesinde bir sakmca olmaz. Musafaha ederken hamd ve istiğfarda bulunmak, salavat getirmek güzeldir. Musafaha yapılması, karşılaşanlar arasında güveni, sevgi ve saygıyı oluşturur. Çocukların başını okşamak da onlarla musafaha yerine geçer. Efendimiz çocukların başlarını okşardı.
Musafaha gibi çocuğun başı da okşanabilir. Merzuk es-Sakafi Abdullah Ibni Zübeyr'in hizmetçisi idi. Sonra Haccac onu İbni Zübeyr'den aldı. Merzuk, bir gün İbni Zübeyr'in kendisini annesi Hz. Esma'ya gönderdiğini, Esma'nın da ona dua ettiğini ve başını okşadığını, o zaman çocuk yaşta olduğunu söylemiştir.912 Hadis henüz buluğ çağına ermemiş küçük yaştaki çocukların şefkat ve iyi niyet hisleriyle, gerek kadınlar ve gerekse erkekler tarafından okşanmalarında bir sakınca bulunmadığını, bilakis fazilet ve merhamet ifadesi olduğunu göstermektedir.
Hadislerde musafahanm tarihçesi konusunda da bazı bilgilere rastlanmakta, ilk musafahaya gelenlerin Yemenli müslümanlar olduğu belirtilmektedir. Yemenliler her bakımdan hayırlı insanlardır. Efendimiz onların yufka yürekli ve duygulu insanlar olduklarını ifade buyurmuş, imanın Yemenli, hikmetin de Yemen'e mahsus olduğunu söylemiştir. Yemenliler Efendimizi ziyarete geldiklerinde onunla musafaha etmişlerdir. Bera İbni Azib de kardeşine musafaha etmenin, selamı tamamlayan unsurlardan olduğunu söylemiştir. İlk karşılaşmada selamdan sonra musafaha yapıldığına göre, musafaha selamı tamamlayıcı, birbirine emniyet ve güveni takviye eden bir davranış olur. Yalnız selamla yetinmek, bu güzel davranıştan mahrum olmak demektir.
Musafadan sonra kucaklaşmak güzel bir davranıştır. Aneze kabilesinden olan bir adam Ebu Zer'e Şam'dan sürgün edildiği zaman ona Efendimizin hadislerinden bir hadisi sormak istediğini söylediğinde Ebu Zer, Efendimizin sırlarından değilse onu haber verebileceğini söyledi. Adam onun Efendimizin sırlarından bir sır olmadığını, kendisiyle karşılaştığı zaman, Efendimizin ashabıyla musafaha edip sordu. Ebu Zer, bu soruya Efendimizle her karşılaştığında kendisiyle mutlaka musafaha ettiğini, hatta bir gün kendisinin huzuruna geldiği zaman da kendisini kucakladığını, bu kucaklaşmanın da pek güzel bir kucaklaşma olduğunu söyledi.
Cabir İbni Abdullah'a Efendimizin ashabı içinde bir adamdan kendisine bir hadis ulaştı. Bunu araştırmak için bir deve satın aldı ve bir aylık mesafe için yola çıktı, nihayet Şam'a vardı. Abdullah Ibni Üneys'in evini buldu. Ona haber gönderdi. Bunun üzerine Abdullah Ibni Uneys evden dışarı çıkıp Cabir'i kucakladı. Cabir meseleyi ona anlattı. O da bildiği hadisi ona aktardı.
Karşılaşma hallerinde selam verip musafaha etmek sünnet olduğu gibi, seferden ve gurbetten dönüşlerde, fevkalade hallerde kucaklaşmak da sünnettir. Zeyd Ibni Harise, Beni Fezare savaşından döndüğü zaman Efendimiz onu kucakladı. Yine Efendimiz, Cafer İbni Ebu Talib'i Habeşistan'dan dönüşünde kucakladı ve gözlerinden öptü.
Kucaklaşma gibi insanın sevdiği kişileri öpmesi de güzel bir davranıştır. İnsan çoluk çocuğunu, oğlunu kızını öper. Hz. Fatıma Efendimizin yanına geldiği zaman, Efendimiz ayağa kalkıp ona "Merhaba" der, onu öper ve oturduğu yere onu oturturdu. Efendimiz de onun evine girdiği zaman o da Efendimize kalkıp elinden tutar, merhaba eder, onu öper ve kendi oturduğu yere onu oturturdu. Son hastalığı sırasında Hz. Fatıma, Efendimizin yanına geldi. Efendimiz ona merhaba etti ve onu öptü. Şefkat ve merhamete erkek çocuklardan daha çok kız çocukları muhtaçtır. Onlara karşı en güzel şekilde hareket etmek gerekir.
El öpmek büyüklere karşı bir saygı ifadesidir. Müslümanlar bir savaştan döndüklerinde Medine'ye geldiler. Efendimizi görmeye gittikleri sırada Efendimiz sabah namazından yeni çıkıyordu. Efendimizi görünce elini öptüler. Bu ve buna benzer daha başka hadisler, fazilet sahibi kişileri ellerinin öpülebileceğini göstermektedir. El öpme işi, insanın dinine ve takvasına hürmet için olur. Dünya menfaati için el öpmek caiz değildir. İnsan başkasıyle karşılaştığı zaman kendi elini öpmesi mekruhtur.
Abdurrahman İbni Rezin de arkadaşlarıyla birlikte Rebeze'ye uğradıklarında orada Seleme İbni Ekva'ın olduğunu öğrendiler. Onun yanına vararak kendisine selam verdiler. O da iki elini çıkarıp onlarla Efendimize biat ettiğini söyledi. Eli öyle büyüktü ki sanki deve eli gibi idi. Ziyarete gelenler de kalkıp Seleme'nin elini öptüler. Osman'ın şehid edilişinden sonra ashabdan olan Seleme İbni Ekva bu kasabaya yerleşti. Atları geçecek kadar hızlı koştuğu, son derece cesur olduğu söylenmektedir.
Sabit el-Bünani de bir gün Enes'e eliyle Efendimize dokunup dokunmadığını sordu. Enes'in dokunduğunu söylemesi üzerine Sabit onun elini öptü. Sabit îbni Eşlem el-Bünani Basralı olup tabiin neslinin tanınmış alim ve zahidlerindendir. Enes İbni Malik'in de önde gelen talebelerinden biri olup, kırk yıl boyunca kendisinden ayrılmamıştır.
Değerli insanların elleri öpülebileceği gibi ayaklan da öpülebilir. Vazi Ibni Amir Medine'ye geldiklerinde Resul-i Ekrem Efendimizin orada olduğunu öğrendiler. Bunun üzerine huzuruna varıp ellerini ve ayaklarını öpmeye başladılar. Hz. Ali de bir gün amcası Abbas'ın elini ve ayaklarını öpmüştür. Zühd ve takvası, hem de baba yerinde amcası olması sebebiyle ona karşı yapılan bu hareket bir tevazu ve saygı işaretidir.
Bu güzel davranışlardan sonra karşıdaki insana hal hatır sorma gelir. Kişinin ne durumda olduğunu sormak, sıkıntılarını paylaşmak, sevinçlerine ortak olmak din kardeşliğinin olduğu kadar İslam ahlakının da bir gereğidir. Hendek Savaşı gününde Sa'd îbni Muaz kolundan yaralanıp da ağırlaşınca Efendimiz akşamları ona uğrar, nasıl akşamladığını, sabah olunca da nasıl sabahladığını sorardı. Sa'd da Efendimize bilgi verirdi. Bir kimsenin halini sormak için nasıl gecelediğini, nasıl sabahladığını sormak, bilhassa hasta olanlara karşı sünnet bir davranıştır. Efendimiz sık sık Sa'd İbni Muaz'ı ziyaret edebilmek için onu mesciddeki bu çadıra nak-lettirmişti. Hz. Ali de Efendimizin vefatına sebep olan hastalığı zamanında yanından çıktığında müslümanlar ona Resul-i Ekrem'in nasıl sabahladığım sorarlardı. O da Allah'a hamdederek iyi geçtiğini söylerdi. Burada geçen olay Efendimizin vefat günlerine yakın, bir rivayette de aynı günde yani pazartesi gününde vuku bulmuştu.
Selamlaşmadan sonra hatır sormak ve buna karşı hamd etmek edeb gereğidir. Efendimiz ashabından biriyle karşılaştığı zaman ona hal hatırını sorar, "Ey falanca kimse nasılsın?" derdi. Sorulan kimse de Allah'a hamdederek hayır üzere olduğunu söylerdi. Efendimize nasıl sabahladığı sorulduğu zaman Efendimizin "Bir cenazede bulunmayan ve bir hastayı ziyaret etmeyen kimselerden daha hayırlı olarak sabahladım" dediği olurdu. Bir müminin din kardeşine karşı olan görevleri sayılırken, bunlar arasında hasta ziyareti, cenazede bulunma, selam verme, davete icabet etme vardır. Bunlardan hiç olmazsa bir kısmının yerine getirilmiş olması, hiç yerine getirilmemesinden daha iyidir. Bu hakların gözetilmesi güzel bir şeydir.
Efendimizin ashabından olan Hadramutlu kaba saba bir adama nasıl sabahladığı sorulunca, Allah'a ortak koşmadan sabahladığını söyledi.' En kötü durum hiç şüphe yok ki, Allah'a ortak koşmak ve küfür üzere bulunmaktır. Bunun dışında iman sahibi olduktan sonra her halde hamd ve şükretmek elbette bir vazifedir. Bazı dünyevi kederler ve çekilen musibetler geçici olduğundan ve bunlara katlanmanın sevabı bulunduğundan bunlara sabrederek hamd ve şükrü eksik etmemelidir.
Bir adam da Hz. Ömer'e selam vermiş, o da selamı almıştı. Sonra Hz. Ömer adama nasıl olduğunu sordu. Adam da ondan dolayı Allah'a hamdettiğini söyledi. Bunun üzerine Hz. Ömer, ondan istediği şeyin bu olduğunu belirtti. Bir defasında da Huzeyfe'ye nasıl sabahladığı veya nasıl gecelediği sorulduğunda o da Allah'a hamd ederek cevap verdi.
Hal hatır sorma sözlü olabileceği gibi yerine göre yazı ile de olabilir. İbni Abbas, selama karşılık vermek gerektiği gibi, mektuba da cevap verilmesi gerektiğini söylerdi.
Selamı almak ve ona cevap vermek gerektiğine göre, mektuplara ve bilgisayar ve telefondaki yazışmalara da cevap vermek gerekir. Mektupla karşılıklı ihtiyaçlar görülür, müslüman kardeşler arasında ilgi kurulur ve bunun devamı sağlanır, sevgi bağları güçlendirilir.
Aişe Binti Talha, Hz. Aişe'nin himayesinde birisi idi. Her şehirden insanlar ona gelirlerdi. Hz. Aişe'nin yanında onun da itibarı olduğundan yaşlılar da sıra ile kendisine gelirlerdi. Gençler de onu kardeş edinirlerdi ve ona hediye verirlerdi. Başka şehirlerden ona mektup yazarlardı. Aişe Binti Talha, Hz. Aişe'ye gelen mektubu ve hediyeleri gösterir, o da kendisine o mektuplara cevap vermesini söylerdi. Gerek dini, gerekse dünyevi meseleleri öğrenmek ve bazı ihtiyaçları karşılamak üzere kadınlara mektup yazılabilir. Alınan mektuplar cevapsız bırakılmaz, onlara gerekli cevaplar verilir.
Abdullah Ibni Ömer, Abdülmelik İbni Mervan'a biat ettiğine dair bir mektup yazdı. Ona besmeleden sonra "Abdullah İbni Ömer'den Müminlerin Emiri Abdülmelik'e! Selamün aleyke: Allah'ın selamı üzerine olsun. Senden dolayı öyle bir Allah'a şükrederim ki, ondan başka hiç bir ilah yoktur. Gücümün yettiği yerde de Allah'ın emri ve Resulünün sünneti üzere itaati ve boyun eğmeyi sana ikrar ederim" demiştir. Mektuba besmele ile başlamak, maksadı kısa olarak ifade etmek, fazla övgülerde bulunmamak, uzun ve karışık ifadeler kullanmamak gerekir. İbni Ömer mektup yazarken besmeleden sonra, "Amma Ba'dü: Bundan sonra" diyerek söze başlardı.932 Yazışmalarda besmele getirilip Allah'a hamd edildikten sonra maksada geçilirken "Bundan sonra, imdi konuya gelince" gibi tabirlerle söze başlanırdı, bu adetti. Hişam İbni Urve de Efendimize ait bazı mektuplar gördüğünü, her konu bittikçe, "Amma Ba'dü: Bundan sonra" denildiğini söylemiştir.
Mektuba besmele ile başlanır. Zeyd İbni Sabit de Muaviye'ye yazdığı bir mektuba besmele ile başlamıştır. Adamın biri de Hasan-ı Basri'ye besmelenin okunuşunu sordu da Hasan ona besmelenin bütün mektuplarm ve yazıların başı olduğunu söyledi. İbni Ömer'in Muaviye ile görülecek bir işi vardı da ona bir mektup yazmak istedi. Ona yazmaya başlaması için ısrar ettiler, nihayet o da şöyle yazdı: "Bismillahirrahmanirrahim, Muaviye'ye!"
Burada da mektuba besmele ile başlanmakta ve ondan sonra kime mektup yazıldığı ifade edilmektedir. Günümüzdeki mektuplaşmalarda önce mektup yazılanın ismi veya unvanı kaydedilmekte olup, mektubun sonuna da yazanın ismi konmaktadır. Besmele ve selama riayet edilince, böyle bir yol takip etmenin bir mahzuru yoktur. Aşırı medih ve tazim ifadeleri kullanılmaz, maksat dışı söz söylenmez. Yine Ibni Ömer bir katibine mektup yazdırmak istedi de ona besmeleden sonra "Amma badü, bundan sonra falancaya diye yaz" dedi.
Efendimiz de İsrail oğullarından bir adamdan bahsederken mektub yazan bir adamın, "Falancadan falancaya" diye yazdığını hikaye etmiştir.
Mektubun sonuna esselamu aleyküm ve rahmetullah yazmak ve ayını, gününü falan oğlu falandan olduğunu kaydetmek de gerekir. Zeyd Ibni Sabit, Muaviye'ye yazdırdığı bir mektupta besmeleden sonra bir takım şeyler söylemiş ve mektubun sonunda mektubu yazan kişi Vüheyb mektubu selamla bitirdi. Kendi adını belirterek bu mektubu hicri kırkikinci yılın oniki ramazanın onikinci günü olan perşembe günü yazdığını kaydetti. Mektup yazmada takip edilen usuller arasında burada farklı olarak mektubun sonunda da başlangıcında olduğu gibi, selam getirmenin ve tarih yazmanın ve mektubu kaleme alanın adını kaydetmenin ayrıca bir usul olduğu görülmektedir. Bugünkü yazışmalar da bu şekilde yapılmakta, bazen tarih başa ve bazen da sona koyulmaktadır.
Kitap ehline mektup yazmanm da bir usulü vardır. Bir ticaret kafi-lesiyle Şam'a giden Ebu Süfyan, Rum meliki Hirakl tarafından huzuruna çağrıldı. Daha önce Efendimizden aldığı mektup dolayısıyla ondan bilgi edinmek istiyordu. Hirakl sonra Efendimizin Dihye ile gönderdiği mektubu istedi. Hirakl da mektubu okudu. Mektubun ilk satırları şöyle idi:
"Bismillahirrahmanirrahim,
Allah'ın kulu ve Resulü Muhammed'den, Rum'un büyüğü Hirakl'e! Selam, hidayete uyanlara olsun!"
Yahudi ve hristiyan gibi kitap ehli olanlara, dolayısıyla müslüman olmayanlara mektup yazma ve yazışma kuralı da edeb konusuyla ilgilidir. Ehl-i kitaba yazılan mektupta selam verilirken, hidayete uyanlar kasdedilir ve onlara hitaben selam verilir. Bunlar insanlar arası ilişkilerde dikkat edilmesi gereken kurallardan bazılarıdır. İnsanlar arası ilişkilerde dikkat edilmesi gereken daha başka kurallar da vardır.