www.musluman.biz

10 Mart 2012 Cumartesi

“Yaratma” İsmini Allah’tan Gayrisine Nitelemek

Huseyin Ebu Emre - Harun Yildirim - ahlak ve imani dersler

“Yaratma” İsmini Allah’tan Gayrisine Nitelemek

Soru:

Müslümanlardan birçokları “yaratma” ismini insanlar için kullanmaktadırlar. Örneğin: Falanca yaratıcı bir akla sahip, diyorlar. Veya da: Falanca bunu veya şunu yarattı, diyorlar. Hatta bazı dinine bağlı Müslümanlar, bunu kitaplarında kullanıyorlar. Tek yaratıcı Allah Azze ve Celle olduğu halde, bu kelimeyi insanlar için kullanmamız mümkün mü?

Cevap:  

Hiç şüphe yok ki Allah Azze ve Celle yaratmada tekdir. Yaratma sadece O’na aittir. Allah Azze ve Celle şöyle buyurdu:

(هَلْ مِنْ خَالِقٍ غَيْرُ اللَّهِ يَرْزُقُكُمْ مِنْ السَّمَاءِ وَالأَرْضِ) فاطر/3

«Allah'tan başka, gökten ve yerden size rızık veren bir yaratıcı var mı?» (Fâtir: 3)

Lâkin yaratma isminin Allah Azze ve Celle’den gayrisi adına da kullanımı varid olmuştur. Allah Azze ve Celle’nin buyurduğu gibi:

( فَتَبَارَكَ اللَّهُ أَحْسَنُ الْخَالِقِينَ ) المؤمنون/14

«Yaratanların en güzeli olan Allah ne yücedir.» (Muminun: 14)

Buhari ve Muslim de gelen rivayette Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem, kıyamet gününde dünyada iken (insan ve hayvan) resmi yapanlara “yarattıklarınıza can verin” denileceğini haber vermiştir.

Yaratma sıfatının Allah Azze ve Celle için kullanılmasının manası, yoktan yaratmaktır. Buna ise sadece Allah Azze ve Celle’den başka kimsenin gücü yetmez. Yaratmanın insan için kullanılmasının manasına gelince, bunun manası bir şeyi diğer bir şeye çevirmektir.

Şayet yaratma ismini Allah Azze ve Celle’den gayrisi için bir suretten başka bir surete çevirme manasında kullanılırsa bu doğrudur. Ancak, yoktan bir şeyi yaratma manasında Allah Azze ve Celle’den gayrisi için kullanılırsa bu caiz değildir. En iyisini bilen Allah’tır.

[el-Kavlul-Mufîd ala Kitabit-Tevhid. Şeyh İbnu Useymîn: 1/6]

İnsanlardan bazılarının söyledikleri: Falanca yaratıcı bir akla sahiptir, sözüne gelince, onlar bununla onun güzel düşünen, yenilik (buluş) getirme gücüne sahip olduğu, yeni fikirler üretme yeteneğine sahip olduğu kastedilir. Bunda şeri bir mahzur yoktur. Batıl ve yanlış anlaşılmaya mecal verebileceğinden dolayı bu tür lafızları kullanmaktan uzak durmak daha evladır.

En iyisini bilen Allah’tır. Allah’ın salat ve selamı peygamberimiz Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin üzerine olsun.

Tevhid’in Kısımlara Ayrılması

Huseyin Ebu Emre - Harun Yildirim - ahlak ve imani dersler

Tevhid’in Kısımlara Ayrılması

Soru:

Tevhid ve kısımları hakkında ilimleri olan bazı kardeşlerden, Şeyhul-İslam Takiyyud-Din İbnu Teymiyye’nin -Allah ona rahmet etsin- tevhidi “Tevhidur-Rububiyye ve Tevhidul-Esma ves-Sıfat” diye ikiye ayırdığını duydum. Bu sözün doğruluğu nedir? Şeyh Muhammed ibnu İbrahim tevhidi dört kısmamı ayırıyordu? Son olarak Şeyh Sâlih el-Fevzan, tevhidi dört kısmamı ayırıyor?

Cevap:

Hamd, Allah’a mahsustur.

Birincisi:

Bizim mutlaka fakihler ve usülcüler katında bilinen “ıstılahta niza yoktur” kaisini bilmemiz gerekir.

İbnul-Kayyim -Allah ona rahmet etsin- şöyle dedi:

Istılahlar, ifsat içermediği müddetçe onda niza yoktur. “Medaricus-Sâlikîn” (3/306)

İkincisi:

Âlimler, şeri hükümleri kısımlara ayırmışlardır. Özellikle de vahyin başlangıcından uzaklaşıldığı, Arap dilinin bilinmesinin zayıflaştığı ve Arap dilinin Arap olmayan acemin diliyle karışması ile baraber bu kısımlara ayırma, şeri hüküm ve nasları anlamada kolaylaştırma sağlamak içindir.

Âlimler, anlayışı kolaylaştırmak için kaideler, meseleler ve kısımlara ayırmada bir niza görmemişlerdir. Bilakis bu, Müslümanların ilimden faydalanmaları için yapılmış güzel bir şeydir. İmam Şafiî -Allah ona rahmet etsin- İslam Fıkhı’nda usul ilmini koymuş, onun kısımlara ayırması güzel bir şekilde kabul görmüş, usulcüler de O’nun zikrettiklerini bazı ziyadeliklerle takip etmişlerdir. İşte bu şekilde bütün şeri ilimler kısımlara ayrılmıştır. Tıpkı tecvid ilminin, Kurân ilimlerinin ve diğerlerinin kısımlara ayrılıp tertip edilmesi gibi. Tevhid ilmi de bunlardan bir tanesidir.

Üçüncüsü:

Soruda gelen Şeyhul-İslam İbnu Teymiyye’nin Tevhid’i iki kısma ayırması, Şeyh Muhammed ibnu İbrahim’in ve Şeyh Sâlih el-Fevzan’ın dört kısma ayırmasına gelince: Bunda bir problem yoktur. Bunun açıklaması ise şöyledir:

Bazı âlimler, Tevhid’in iki kısma ayrıldığını söylemişlerdir:

Tevhidul-Ma’rife vel-İsbât: Bu, Allah’ın varlığına imanı, Rububiyyetine imanı ve İsim ve Sıfatlarında imanı içine alır.
Tevhidul-Kasdi vet-Taleb: Bu, Allah Azze ve Celle’nin Uluhiyetine imanı içine alır.

Tevhidi üç kısma ayıran kimseye gelince, o, daha önce taksim edilmiş kısımları, bilmede ve anlamada kolaylık olması için onu kısımlara ayırmış ve şöyle demiştir:

Tevhid üç kısma ayrılır:

Tevhidur-Rububiyye: Buna Allah’ın varlığına iman girmektedir.

Tevhidur-Uluhiyye veya Tevhidul-İbade -Bu ikisi aynı manaya gelir.-

Tevhidul-Esmai ves-Sifât.

Sonra bazı âlimler Tevhid’in bu kısımlarına ziyadeye gitmiş ve şöyle demişlerdir:

Tevhid, dört kısma ayrılır:

Allah’ın varlığına iman.

Allah’ın Rububiyyetine iman.

Allah’ın Ulûhiyyetine iman.

Allah’ın İsim ve Sıfatlarına iman.

Batıl bir şeye delalet etmediği müddetçe, bu kısımlara ayırmada herhangi bir problem görmemekteyiz. Istılahta münakaşa yoktur. Bu kısımlara ayırma, ancak anlayışı kolaylaştırmak içindir. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin zamanında uzaklaştıkça anlayış azalmış, bunun üzerine âlimler de İslami ilimlerde konuları genişleterek anlatmaya, kolaylaştırmaya ve tafsile gitmişlerdir.

Özet olarak, soru soranın zikrettiği soruda bir problem yoktur. Çünkü Tevhidi iki kısma ayıran, diğerlerinin fazlalaştırdığını bu iki kısımda bir araya getirmiştir. Tevhidi üç veya dört kısma ayıran da diğerlerinin bir bütün olarak ele aldığını ayrıntılı bir şekilde açıklamıştır.

Tevhidi bu kısımlara ayıran âlimlerin hepsi de bu anlattıklarının hepsinin de Tevhid’in kapsama alanı içine girdiğinde hem fikirdirler.

Istılâhî kısımlara ayırmak, bir bozukluğa/mefsedeye yol açmamamı şartı ile bunda bir mani yoktur. Tıpkı, Tevhid’in manalarında olan bazı şeyleri çıkarıp bazılarını girdirmek veya ondan olmayanı onun manaları içine girdirmek gibi.

Öyle bir zaman gelir ki daha çok açıklamaya ihtiyaç duyarız. Alimlerimiz de kolay anlaşılması için kısımlara ayırırlar.

Tevhid’in üç kısmının manaları ise özetle şöyledir:

Rububiyyete İman: Yaratmada, yaşatmada, öldürmede ve bunun gibi başka şeylerde Allah Azze ve Celle’yi birlemektir.

Uluhiyyete İman: Söz veya görünen veya görünmeyen fiillerde kulun Allah Azze ve Celle’yi birlemesidir. Allah Subhânehû ve Teâlâ’dan başkasına ibadet edilmez.

Allah’ın İsim ve Sıfatlarına İman: Allah Azze ve Celle’nin nefsi için ispat ettiği isim ve sıfatlarını ispat etmek, Allah Azze ve Celle’nin kendi nefsinden nefyettiklerini de ta’tilsiz (inkâr etmeksizin) ve temsilsiz (bir şeye benzetmeden) nefyetmektir.

Dördüncüsü:

Âlimlerin bu şekilde Tevhidi kısımlara ayırmaları yeni bir şey değildir. Aksine bu üçüncü ve dördüncü asırda bilinen bir şeydi. Suudi Arabistan, Büyük Âlimler Heyeti üyesi olan büyük âlim Şeyh Bekr Ebu Zeyd’in “er-Reddu alal-Muhâlif” adlı eserinde de dediği gibi. Tevhidi kısımlara ayırmayı İbnu Cerir et-Taberi ve diğer âlimlerden nakletmiştir.

Tenbih: Soru soran kimsenin, Şeyhul-İslam İbnu Teymiyye’nin -Allah ona rahmet etsin- Tevhidi: Tevhidur-Rububiyye ve Tevhidul-Ulûhiyye, şeklinde ikiye ayırdığını söylemesi doğru değildir. Bilakis O, Tevhidi: Tevhidul-Marife vel-İsbât ve Tevhidul-Kasdi vet-Taleb, şeklinde iki kısma ayırır. Birinci kısım, Tevhidur-Rububiyye vel-Esma ves-Sıfat’ı içine alır.

[Mecmû’ul-Fetâvâ: 15/164, el-Fetâvâl-Kubrâ: 5/250]

En iyisini bilen Allah’tır.   

Allah Azze ve Celle Niçin Tekil ve Çoğul Siğalarıyla Konuşuyor?

Huseyin Ebu Emre - Harun Yildirim - ahlak ve imani dersler

Allah Azze ve Celle Niçin Tekil ve Çoğul Siğalarıyla Konuşuyor?

Soru:

Allah Azze ve Celle niçin Kurânı Kerim’de bazen çoğul siğasıyla konuşuyor?

Cevap:

Hamd, Allah’a mahsustur.

Bunun cevabı iki çeşittir.

Birincisi: İcmali cevap: Her müminin inanması gereken şudur ki, Allah Azze ve Celle’nin fiilleri ancak büyük bir hikmet ve övülen bir gaye içindir. Bunun herkes için açığa çıkmasının gereği yoktur. Bu ise imtihanın bir çeşididir. Allah Azze ve Celle’nin buyurduğu gibi:

( ليبلوكم أيكم أحسن عملاً )

«Hanginizin amelinin daha güzel olduğunu denemek için …» (Hud: 7)

İkincisi: Tafsili cevap: Muhakkak ki Kurân, arap dili ile gelmiştir. Arap dilinde çoğul siğası tekil için kullanılabilinir. Tıpkı tekil siğasının tek kişi için kullanıldığı gibi. Lakin çoğul siğasıyla kullanmak tazim (yüceltme) babındandır. Allah Azze ve Celle’den daha yüce kimse yoktur. Tekil lafzı ile kullanmak, Allah Azze ve Celle’nin bir olduğun ve O’nun hiçbir ortağının olmadığının ispatıdır. Çoğul lafzının kullanılması ise, Allah Azze ve Celle’nin azametinin ispatıdır.

İbnu Teymiyye’nin -Allah ona rahmet etsin- bu meselede “Mecmû’ul-Fetâvâ” adlı eserinde (5/128) şöyle dedi: “Kurb (yakın olma) -Allah’ın yakın olmasının manası- meselesine gelince, Allah Azze ve Celle bazen müfret siğasıyla kullanmıştır. Allah Azze ve Celle’nin şu kavlinde buyurduğu gibi:

( وإذا سألك عبادي عني فإني قريب أجيب دعوة الداع .. )

«(Ey Muhammed!) Kullarım sana benden sorarlarsa, ben, şüphesiz, onlara yakınım. Bana duâ edenin, duâ ettiği zaman, duasını kabul ederim.» (Bakara: 186)

Hadiste de Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

( إن الذي تدعونه أقرب إلى أحدكم من عنق راحلته )

"Sizin dua ettiğiniz Allah Azze ve Celle, sizden birinize binek hayvanının boynundan daha yakındır."

Bazen de bunu çoğul siğasında kullanmıştır. Allah Azze ve Celle’nin buyurduğu gibi:
( ونحن أقرب إليه من حبل الوريد )

«Biz ona şah damarından daha yakınız.» (Kâf: 16)

Bu da tıpkı Allah Azze ve Celle’nin: «Sana nakledeceğiz» (Kasas: 3) «Sana anlatmakta olduğumuz» (Araf: 101) kavillerindeki misallerde olduğu gibi. Sana nakledeceğiz, sana anlatacağız ve benzeri sözlerdeki arabın kelamından olan siğalar, ona itaat eden yardımcıları olan yüce bir kimse içindir. Onun yardımcıları onun emrini yerine getirdikleri zaman, o: Biz yaptık, der. Tıpkı bir kralın: Bu beldeyi biz fethettik, bu orduyu biz bozguna uğrattık ve buna benzer sözler gibi.

Bu cevabı tamamlayıcı olarak 606 nolu soruya bakabilirsin.

Allah en iyisini bilendir.

Namaz Ne Zaman Farz Kılındı? Müslümanlar, Beş Vakit Olarak Farz Kılınmadan Önce Namazı Nasıl Kılıyorlardı?

Huseyin Ebu Emre - Harun Yildirim - ahlak ve imani dersler

Namaz Ne Zaman Farz Kılındı? Müslümanlar, Beş Vakit Olarak Farz Kılınmadan Önce Namazı Nasıl Kılıyorlardı?

Soru:

Namazın İsra Gecesi’nden önce farz kılınmıştı, sözü doğru mu? Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem, şu anda kıldığımız gibi ve aynı rekât adetleri ile mi kılıyordu? Şu anda kıldığımız namaz kılınışı ve vakitleri ile ne zaman farz kılındı?

Cevap:

Hamd, Allah’a mahsustur.

Buhari (349) ve Muslim (162) Enes ibnu Malik’ten -Allah ondan razı olsun- meşhur İsra hadisini nakletmişlerdir. Gelen hadiste Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
( فَأَوْحَى اللَّهُ إِلَيَّ مَا أَوْحَى فَفَرَضَ عَلَيَّ خَمْسِينَ صَلَاةً فِي كُلِّ يَوْمٍ وَلَيْلَةٍ ، فَنَزَلْتُ إِلَى مُوسَى صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالَ : مَا فَرَضَ رَبُّكَ عَلَى أُمَّتِكَ ؟ قُلْتُ خَمْسِينَ صَلَاةً . قَالَ ارْجِعْ إِلَى رَبِّكَ فَاسْأَلْهُ التَّخْفِيفَ ... قَالَ : فَلَمْ أَزَلْ أَرْجِعُ بَيْنَ رَبِّي تَبَارَكَ وَتَعَالَى وَبَيْنَ مُوسَى عَلَيْهِ السَّلَام حَتَّى قَالَ : يَا مُحَمَّدُ إِنَّهُنَّ خَمْسُ صَلَوَاتٍ كُلَّ يَوْمٍ وَلَيْلَةٍ ، لِكُلِّ صَلَاةٍ عَشْرٌ ، فَذَلِكَ خَمْسُونَ صَلَاةً ) .
“Allah Azze ve Celle bana vahyettiğini vahyetti. Her gün ve gecede elli vakit namazı farz kıldı. Musa’nın yanına indim. Bana: Rabbin ümmetine neyi farz kıldı? Diye sordu. Ben de: Elli vakit namazı, diye cevap verdim. Musa: Rabbine geri dön ve bunu hafifletmesini iste… Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: Ben, Rabbim ile Musa aleyhisselam arasında gidip gelmeye devam ettim. En sonunda Rabbim şöyle buyurdu: "Ey Muhammed! Her gün ve gecede beş vakit namazı farz kıldım. Her namaz için on ecir vardır. Böylelikle bu elli vakit namaza eşittir."
Beş vakit namazın bu gecede farz kılındığı konusunda âlimler arasında icma vardır. Bunun için (143111) numaralı sorunun cevabına bakın.
[İbnu Receb “Fethul-Bârî” 2/104]
Hafız İbnu Kesir -Allah ona rahmet etsin- şöyle dedi:
“İsra Gecesi, hicretten bir buçuk yıl önce gerçekleşmiştir. Allah Azze ve Celle, Rasûlü sallallahu aleyhi ve selleme beş vakit namazı farz kıldı. Bundan sonra da peyderpey şartlerını, rükünlerini ve namazla alakalı meseleleri açıkladı.
[“İbnu Kesir Tefsiri” 7/164]
     Sonra Cibril aleyhisselam indi ve Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve selleme namazın vakitlerini öğretti. Buhari (521) ve Muslim (611) İbnu Şihab’dan bildirdi. O şöyle dedi:
أَنَّ عُمَرَ بْنَ عَبْدِ الْعَزِيزِ أَخَّرَ الصَّلَاةَ يَوْمًا ، فَدَخَلَ عَلَيْهِ عُرْوَةُ بْنُ الزُّبَيْرِ فَأَخْبَرَهُ أَنَّ الْمُغِيرَةَ بْنَ شُعْبَةَ أَخَّرَ الصَّلَاةَ يَوْمًا وَهُوَ بِالْكُوفَةِ فَدَخَلَ عَلَيْهِ أَبُو مَسْعُودٍ الْأَنْصَارِيُّ فَقَالَ : مَا هَذَا يَا مُغِيرَةُ ؟ أَلَيْسَ قَدْ عَلِمْتَ أَنَّ جِبْرِيلَ نَزَلَ فَصَلَّى فَصَلَّى رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ، ثُمَّ صَلَّى فَصَلَّى رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ، ثُمَّ صَلَّى فَصَلَّى رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ، ثُمَّ صَلَّى فَصَلَّى رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ، ثُمَّ صَلَّى فَصَلَّى رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ، ثُمَّ قَالَ : ( بِهَذَا أُمِرْت ) فَقَالَ عُمَرُ لِعُرْوَةَ : انْظُرْ مَا تُحَدِّثُ يَا عُرْوَةُ ؟ أَوَ إِنَّ جِبْرِيلَ عَلَيْهِ السَّلَام هُوَ أَقَامَ لِرَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَقْتَ الصَّلَاةِ ؟ فَقَالَ عُرْوَةُ : كَذَلِكَ كَانَ بَشِيرُ بْنُ أَبِي مَسْعُودٍ يُحَدِّثُ عَنْ أَبِيهِ .
“Ömer ibnu Abdulaziz bir gün namazı geciktirdi. O’nun yanına Urvetub-nuz-Zubeyr girdi ve Muğira ibnu Şube’nin Irak’ta iken bir gün namazı geciktirdiğini ve O’nun yanına Ebu Mesud el-Ensari’nin girip şöyle dediğini haber verdi: Bu namazı geciktirme de neyin nesi ey Muğira? Bilmez misin ki (namazın farz kılındığı gecenin sabahında) Cibril inip namaz kıldı, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem de namaz kıldı. Sonra Cibril namaz kıldı, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem de namaz kıldı. Sonra Cibril namaz kıldı, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem de namaz kıldı. Sonra Cibril namaz kıldı, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem de namaz kıldı. Sonra Cibril namaz kıldı, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem de namaz kıldı. Sonra Cibril dedi ki: İşte bunu sana bildirmekle emrolundum. Ömer, Urve’ye dedi ki: Ne konuştuğunu bil! Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve selleme namaz vakitlerini bildiren Cibril midir? Urve dedi ki: Beşir ibnu Ebu Mesud, babasından döyle bildirdi.”

Nesâî (526) Câbir ibnu Abdullah’tan -Allah ondan razı olsun- rivayetinde O şöyle dedi:

جَاءَ جِبْرِيلُ عَلَيْهِ السَّلَام إِلَى النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ حِينَ زَالَتْ الشَّمْسُ فَقَالَ : قُمْ يَا مُحَمَّدُ فَصَلِّ الظُّهْرَ حِينَ مَالَتْ الشَّمْسُ . ثُمَّ مَكَثَ حَتَّى إِذَا كَانَ فَيْءُ الرَّجُلِ مِثْلَهُ جَاءَهُ لِلْعَصْرِ فَقَالَ : قُمْ يَا مُحَمَّدُ فَصَلِّ الْعَصْرَ . ثُمَّ مَكَثَ حَتَّى إِذَا غَابَتْ الشَّمْسُ جَاءَهُ فَقَالَ : قُمْ فَصَلِّ الْمَغْرِبَ . فَقَامَ فَصَلَّاهَا حِينَ غَابَتْ الشَّمْسُ سَوَاءً ، ثُمَّ مَكَثَ حَتَّى إِذَا ذَهَبَ الشَّفَقُ جَاءَهُ فَقَالَ : قُمْ فَصَلِّ الْعِشَاءَ . فَقَامَ فَصَلَّاهَا ... الحديث ، وفيه : فَقَالَ – يعني جبريل - : ( مَا بَيْنَ هَذَيْنِ وَقْتٌ كُلُّهُ ) .

“Güneş tam tepeden batıya doğru meylettiğinde Cibril aleyhisselam Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve selleme geldi ve şöyle dedi: "Kalk ey Muhammed! Güneş tam tepeden batıya meylettiğinde öğle namazını kıl!" Sonra bir müddet bekledi. Sonra bir adamın gölgesi mislince olunca ikindi namazı için Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin yanına geldi ve: "Kalk ey Muhammed! İkindi namazını kıl!" buyurdu. Sonra bir müddet bekledi. Güneş batınca Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve selleme geldi ve: "Kalk ve akşam namazını kıl!" buyurdu. Bunun üzerine Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem kalktı ve güneş batınca akşam namazını kıldı. Sonra bir müddet bekledi. Şafak gittiğinde Cibril aleyhisselam Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin yanına geldi ve: "Kalk ve yatsı namazını kıl!" buyurdu. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem de yatsı namazını kıldı. Cibril aleyhisselam şöyle dedi: "Bu ikisi arasında hepsi vakittir."

[Bu hadisi, Albani -Allah ona rahmet etsin- “Sahîhun-Nesâi” adlı kitabında sahih olduğunu söylemiştir.]

Bunu Abdurrezzak “Musannef” adlı kitabında (1773), İbnu İshak Sireti’nde, “Fethul-Bari” (2/285) Bu, namazın farz kılındığı gecenin sabahında idi.

Kurtubi -Allah ona rahmet etsin- şöyle dedi:

“Cibril aleyhisselamın İsra Gecesi’nin sabahında öğlen vaktinde güneş tam tepeden batıya doğru meylettiği yani zeval vaktinde indiği ve Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve selleme namazı ve vakitlerini öğretti konusunda âlimler ihtilaf etmemiştir.” (Kurtubi’nin sözü burada bitti.)

Şeyhul-İslam İbnu Teymiyye -Allah ona rahmet etsin- şöyle dedi:

“Cibril aleyhisselamın namazların vakitlerini açıklaması İsra Gecesi’nin sabahında idi.”

[“Şerhul-Umde” 4/148]

Beş vakit namaz, önce iki rekat olarak farz kılındı. Hicretten sonra yolculuklarda (seferde) bu hal üzere devam etti. Mukim iken ise üzerine iki rekat daha eklendi. Ancak akşam namazı olduğu gibi bırakıldı.

Buhari (3935) ve Muslim (685) Aişe’den -Allah ondan razı olsun- rivayet ettiler. O şöyle dedi:

( فُرِضَتْ الصَّلَاةُ رَكْعَتَيْنِ ، ثُمَّ هَاجَرَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَفُرِضَتْ أَرْبَعًا ، وَتُرِكَتْ صَلَاةُ السَّفَرِ عَلَى الْأُولَى )

“Namaz ilk defa ikişer rekat olarak farz kılındı. Sonra Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem hicret etti. Bundan sonra namaz dört rekat olarak farz kılındı. Seferde kılınan namaz ise iki rekat olarak bırakıldı.”

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem ve ashabı, beş vakit namaz farz kılınmadan önce namaz kılıyorlardı. “Mevsû’atul-Fıkhiyye” adlı kitapta (27/52-53) şöyle denilmiştir:

“Namazın farz kılınışı, İslam’ın başlarında Mekke’de idi. Peygamberliğin başında inen Mekkî ayetleri buna teşvik etmiştir. Beş vakit namaz ise, İsra ve Mirac Gecesi’nde farz kılındı.”

(143111) numaralı sorunun cevabına bakın.

Hafız İbnu Hacer -Allah ona rahmet etsin- “Fethul-Bari”de şöyle dedi:

“Bir gurup alim, İsra Gecesi’nden önce farz kılınmış bir namazın olmadığını ve sınırlama olmaksızın emrin gece namazı hakkında olduğunu söylemişlerdir. El-Harbi, sabah iki rekat ve akşam iki rekat olmak üzere farz olduğunu söylemiştir. İmam Şafiî, bazı ilim ehlinden gece namazının farz olduğunu daha sonra Allah Azze ve Celle’nin «Kurân’dan kolayınıza geleni okuyun» âyetinin bunu neshettiğini zikretmiştir. Farz, gecenin bazısında kalkmak olarak kalmıştır. Sonra bu, beş vakit namaz ile neshedilmiştir.” (İbnu Hacer’in sözü burada bitti.)

İbnu Hacer -Allah ona rahmet etsin- yine şöyle dedi:

“Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem İsra Gecesi’nden önce namaz kılıyordu. Ashabı da namaz kılıyordu. Ancak, beş vakit namazdan önce bir şeyin farz kılınıp kılınmadığı konusunda ihtilaf edildi. Denildi ki: İlk önce, güneş doğmadan önce ve güneş batmadan önce farz idi. Bunun delili ise Allah Azze ve Celle’nin şu kavlidir:

﴿وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّك قَبْلَ طُلُوعِ الشَّمْسِ وَقَبْلَ غُرُوبِهَا

«Güneşin doğuşundan ve batışından önce Rabbını hamd ile tesbih et.» (Tâhâ: 20/130)

Ve buna benzer ayeti kerimelerdir.” (Hafız İbnu Hacer’in sözü burada bitti.)

Bu meselede “Tefsîru İbni Atiyye” (1/204) İbnu Âşûr’un “et-Tahrîr vet-Tenvîr” (24/75) adlı kitabına da bakabilirsiniz.

Allah en iyi bilendir.

« Gözümüzün önünde ve korumamız altında yüzüp giden bir gemiye bindirmiştik.» (Kamer: 54/14)

Huseyin Ebu Emre - Harun Yildirim - ahlak ve imani dersler

« Gözümün önünde ve korumam altında terbiye olup yetişesin diye » (Tâhâ: 20/39) Allah Azze ve Celle Burada “Göz” Sıfatını Tekil Olarak Zikretmiştir. «Bizim korumamız altında, gözlerimizin önünde ve vahyimiz ile (rızamıza uygun bir şekilde) gemiyi inşa et.» (Hud: 11/37) Bu Âyette ise “Göz” Sıfatını Çoğul Olarak Zikretmiştir. Öyleyse Bu İki Âyeti Nasıl Bir Araya Getirebiliriz?

Soru:

« Gözümün önünde ve korumam altında terbiye olup yetişesin diye » (Tâhâ: 20/39) âyeti ile  «Bizim korumamız altında, gözlerimizin önünde ve vahyimiz ile (rızamıza uygun bir şekilde) gemiyi inşa et.» (Hud: 11/37) âyetini nasıl bir araya getirilir? Bu, bir göz müdür yoksa gözler midir?

Cevap:

Hamd, Allah’a mahsustur.

Birinci Olarak:

Ehli Sünnet vel-Cemaatin mezhebi şudur: Allah Azze ve Celle’nin kendisi ile gördüğü “İki Gözü” vardır. O ikisi Allah Subhânehû ve Teâlâ’dan ayrılmayan zâtî sıfatlardandır.

İbnu Huzeyme -Allah ona rahmet etsin- şöyle dedi:

“Bizler şöyle deriz: Yaratan Rabbimizin kendisi ile gördüğü“İki Gözü” vardır. Muhakkak ki Allah Azze ve Celle toprağın altını, yeryüzünde en alt tabaka olan yedinci tabakanın altını, gökyüzünün en üstününü görendir.”

[“Kitâbut-Tevhîd” (1/76)]

Ebu Hasan el-Eş’ari -Allah ona rahmet etsin- şöyle dedi:

“Allah Subhânehû ve Teâlâ’nın, keyfiyeti bizce bilinmeksizin “İki Gözü” vardır. Allah Subhânehû ve Teâlâ’nın buyurduğu gibi:

﴿تَجْرِي بِأَعْيُنِنَا

« Gözümüzün önünde ve korumamız altında yüzüp giden bir gemiye bindirmiştik.» (Kamer: 54/14)

[“el-İbâne ‘an Usûlid-Diyâne” (1/20)]

Şeyh İbnu Useymin -Allah ona rahmet etsin- şöyle dedi:

Ehli Sünnet vel-Cemaatin mezhebi şudur: Allah Azze ve Celle’nin “İki Gözü” vardır. Kendi şanına yakışır şekilde bu ikisi ile hakiki olarak bakar. O ikisi Allah Subhânehû ve Teâlâ’nın zâtî sıfatlarındandır.”
[“Mecmû’u Fetâvâ İbni Useymin” (4/58)]

Ehli Sünnet, Buhari’nin (7407) Abdullah ibnu Ömer’den -Allah ondan ve babasından razı olsun- rivayet ettiği hadiste Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in şu hadisini de delil olarak getirir: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

( إن الله لا يخفى عليكم ، إن الله ليس بأعور - وأشار بيده إلى عينه - وإن المسيح الدجال أعور العين اليمنى كأن عينه عنبة طافية )

"Şüphesiz Allah sizin üzerinize gizli olmaz. Muhakkak ki Allah şaşı değildir. -Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem gözüne işaret etti ve- Mesih Deccal’ın sağ gözü şaşıdır. Onun gözü sanki salkımından dışarı çıkmış, iri bir üzüm tanesi gibidir."

Darimi -Allah ona rahmet etsin- “Bişr el-Merîsî’ye Reddiye” adlı kitabında (1/327) şöyle dedi:

“Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin  "Muhakkak ki Allah şaşı değildir" sözünde Allah Azze ve Celle’nin “İki Gözü” olduğunun açıklaması vardır. Bu ise şaşının hilafınadır.” (Darimi’nin sözü burada bitti.)

Abdullah el-Ğuneymân -Allah onu korusun- “Şerhu Kitabit-Tevhid min Sahihil-Buhari” adlı kitabında şöyle dedi:

“Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin "Muhakkak ki Allah şaşı değildir" sözü, bu babdaki hadisten maksat işte bu cümledir. Bu, Allah Azze ve Celle’nin hakiki olarak “İki Gözü” olduğuna işaret eder. Çünkü şaşılık iki gözden birini kaybetmektir veya da nurunun gitmesidir. (Yani görme yeteneğini kaybetmesidir.)” (Abdullah el-Ğuneyman’ın sözü burada bitti.)

İkinci Olarak:

“Göz” sıfatı Kurân-ı Kerim’de Allah Azze ve Celle’ye izafe edilmiş bir şekilde iki sika ile gelmiştir:

1- Tekil sikasıyla, tekil zamire izafe edilmiş olarak. Allah Azze ve Celle’nin buyurduğu gibi:

﴿وَأَلْقَيْتُ عَلَيْكَ مَحَبَّةً مِنِّي وَلِتُصْنَعَ عَلَى عَيْنِي

« Ey Mûsâ! Gözümün önünde ve korumam altında terbiye olup yetişesin diye de üzerine kendimden bir sevgi koydum." » (Tâhâ: 20/39)

2- Çoğul sikasıyla, çoğul zamirine izafe edilmiş olarak. Allah Azze ve Celle’nin buyurduğu gibi:

﴿تَجْرِي بِأَعْيُنِنَا

« Gözümüzün önünde ve korumamız altında yüzüp giden bir gemiye bindirmiştik.» (Kamer: 54/14)

﴿وَاصْنَعِ الْفُلْكَ بِأَعْيُنِنَا وَوَحْيِنَا

«Bizim korumamız altında, gözlerimizin önünde ve vahyimiz ile (rızamıza uygun bir şekilde) gemiyi inşa et.» (Hud: 11/37)

Allah Azze ve Celle’nin «Gözümün önünde» kavli bir göze delalet etmez. «Gözlerimin önünde» kavli de birçok göze delalet etmez. Bilakis hepsi de yerine göre tefsir edilir. “Göz” lafzı, şayet zahir çoğul isme izafe edilirse veya da kişi zamirine, en güzel olanı, lafza benzerliğinden dolayı çoğul yapmaktır. Allah Azze ve Celle’nin buyurduğu gibi:

  ﴿قَالُوا فَأْتُوا بِهِ عَلَى أَعْيُنِ النَّاسِ

« Bir kısmı ise: "Kendisine ne yapıldığını görmeleri için onu insanların gözleri önüne getirin, demişlerdi. » (Enbiya: 21/61)

Tekile izafe edildiğinde ise lafza benzerliğinden dolayı tekil olarak zikredilir. Allah Azze ve Celle’nin buyurduğu gibi:

﴿وَأَلْقَيْتُ عَلَيْكَ مَحَبَّةً مِنِّي وَلِتُصْنَعَ عَلَى عَيْنِي

« Ey Mûsâ! Gözümün önünde ve korumam altında terbiye olup yetişesin diye de üzerine kendimden bir sevgi koydum." » (Tâhâ: 20/39)

İbnu Kayyim -Allah ona rahmet etsin- “es-Savâikul-Mursele” (1/255) adlı kitabında şöyle dedi:

“Tekil olarak “Göz” sıfatını tekil olan zamire izafe olarak zikretmiştir. Çoğul olarak “Gözler”  ise çoğul zamirine izafe edilmiştir. Tekil olarak “Göz” tek göz olduğu ve bundan başkasının olmadığına işaret etmez. Tıpkı şu tür sözlerde olduğu gibi: “Gözüm üstüne, ben bunu yaparım. Gözüm üstüne, sana icabet edeceğim. Gözüm üstüne, onu taşıyacağım.” Bununla kendisinin tek gözü olduğunu kastetmez. Şayet bir kimse, sözün zahirinden böyle bir şey anlarsa, alışılmışın dışına çıkmış olur. Şayet “Göz” zahir veya zamir olarak çoğul isme izafe edilirse, en güzel olanı, onu, lafza benzemesi bakımından çoğul yapmaktır. Allah Azze ve Celle’nin şu âyetlerinde buyurduğu gibi:

﴿تَجْرِي بِأَعْيُنِنَا

« Gözümüzün önünde ve korumamız altında yüzüp giden bir gemiye bindirmiştik.» (Kamer: 54/14)

﴿وَاصْنَعِ الْفُلْكَ بِأَعْيُنِنَا وَوَحْيِنَا

«Bizim korumamız altında, gözlerimizin önünde ve vahyimiz ile (rızamıza uygun bir şekilde) gemiyi inşa et.» (Hud: 11/37)

Bu, “El” sıfatının lafza benzemesi bakımından tekil olana izafe edilmesine benzer. Allah Azze ve Celle’nin şu âyetlerinde buyurduğu gibi:

﴿بِيَدِهِ الْمُلْكُ

«Mülk elinde olan» (Mulk: 67/1)

﴿وَبِيَدِكَ الْخَيْرُ

«Hayır senin elindedir.» (Âli İmran: 3/26)

Şayet çoğul zamirine izafe edilirse çoğul yapılır. Allah Azze ve Celle’nin şu âyetinde buyurduğu gibi:

﴿أَوَلَمْ يَرَوْا أَنَّا خَلَقْنَا لَهُمْ مِمَّا عَمِلَتْ أَيْدِينَا أَنْعَامًا

« O müşrikler, ellerimizin yapıp da kendileri için yarattığımız ve onların da sahibi oldukları şu hayvanları hiç görmüyorlar mı? » (Yasin: 36/71)

Yine “El” ve “Göz” sıfatlarının zahir olan isme izafe edilmesi de böyledir. Allah Azze ve Celle’nin buyurduğu gibi:

﴿بِمَا كَسَبَتْ أَيْدِى النَّاسِ

« İnsanların elleriyle işledikleri yüzünden » (Rûm: 30/41)

﴿فَأَتَوْا بِهِ عَلَى أَعْيُنِ النَّاسِ

« Bir kısmı ise: "Kendisine ne yapıldığını görmeleri için onu insanların gözleri önüne getirin, demişlerdi. » (Enbiya: 21/61)

Kurân ve Sünnet, “El” sıfatını Allah Subhânehû ve Teâlâ’ya izafe edilmiş olarak tekil, ikil ve çoğul olarak zikretmiştir. “Göz” sıfatını tekil ve çoğul olarak Allah Subhânehû ve Teâlâ ‘ya izafe etmiştir. Sünnet ise“Göz” sıfatını ikil olarak Allah Subhânehû ve Teâlâ’ya izafe etmiştir. Ebu Hureyre’nin -Allah ondan razı olsun- rivayet ettiği hadiste Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin buyurduğu gibi:

( إن العبد إذا قام في الصلاة قام بين عيني الرحمن ، فإذا التفت قال له ربه إلى من تلتفت إلى خير لك مني )

“Bir kul, namaz için durduğunda Rahman’ın İki Gözü önünde durur. O kul, namazında yüzünü çevirdiğinde, Rabbisi ona şöyle der: "Yüzünü nereye çeviriyorsun? Benden daha hayırlısına mı?"

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin “Sizin Rabbiniz şaşı değildir” hadisi açıkça göstermektedir ki, bundan murat, başkası olmaksızın bir tek gözün ispatı değildir. Bu, gözüken bir şaşılıktır ve Allah Azze ve Celle bundan yüce ve büyüktür.” (İbnu Kayyim’in sözü burada bitti.)

Şeyh Muhammed ibnu Useymin -Allah ona rahmet etsin- şöyle dedi:

“İki El” ve “İki Göz” sıfatları, Kurân ve Sünnette Allah Azze ve Celle’ye üç şekilde izafe edilmiş olarak gelmiştir: Tekil, ikil ve çoğul.

Tekil olarak gelişine delil: Allah Azze ve Celle şöyle buyurdu:

﴿تَبَارَكَ الَّذِي بِيَدِهِ الْمُلْكُ

« Her şeye hakkıyle kaadir olarak hükümranlığı elinde bulunduran Allah'ın şanı ne yücedir. » (Mulk: 67/1)

  ﴿وَأَلْقَيْتُ عَلَيْكَ مَحَبَّةً مِنِّي وَلِتُصْنَعَ عَلَى عَيْنِي

« Ey Mûsâ! Gözümün önünde ve korumam altında terbiye olup yetişesin diye de üzerine kendimden bir sevgi koydum." » (Tâhâ: 20/39)

Çoğul olarak gelişine delil: Allah Azze ve Celle şöyle buyurdu:

﴿أَوَلَمْ يَرَوْا أَنَّا خَلَقْنَا لَهُمْ مِمَّا عَمِلَتْ أَيْدِينَا أَنْعَامًا

« O müşrikler, ellerimizin yapıp da kendileri için yarattığımız ve onların da sahibi oldukları şu hayvanları hiç görmüyorlar mı? » (Yasin: 36/71)

﴿تَجْرِي بِأَعْيُنِنَا

« Gözümüzün önünde ve korumamız altında yüzüp giden bir gemiye bindirmiştik.» (Kamer: 54/14)

İkil olarak gelişine delil: Allah Azze ve Celle şöyle buyurdu:

﴿بَلْ يَدَاهُ مَبْسُوطَتَانِ

« Allah'ın her iki eli de açıktır » (Maide: 5/64)

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

( إذا قام العبد في الصلاة قام بين عيني الرحمن )

"Bir kul namaza durduğunda Rahman’ın iki gözü önünde durur."

“Muhtasarus-Savâik”te Ata’dan, O da Ebu Hureyre’den, O da Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemden olmak üzere rivayet etmiştir. “İki Göz” sıfatı Kurân’da ikil suretinde gelmemiştir. Bunlar “İki El” ve “İki Göz” sıfatlarının Kurân ve Sünnet’te geldiği durumlardır. Bunların bir araya getirilmesi ise şu şekildedir: Muhakakkak ki tekil, tesniyeyi (ikili) ve çoğulu olumsuz kılmaz. Çünkü izafe olunan tekil bunları içine alır. Tek veya bundan daha fazla olsun, Allah için ispat edilen “Göz” ve “El” sıfatını içine alır.

Çoğul ile tekilin arasını bulmaya gelince: Şayet bizler desek ki: Çoğulun en azı ikidir, o zaman içerdiği mana olarak ikil ve çoğul arasında bir zıtlık yoktur. Şayet bizler, çoğulun en azı üçtür, desek ki meşhur olan da budur, o zaman bu ikisinin birleştirilmesinde şöyle denilir: Çoğul sikası ile içerdiği mana olan üç veya da daha fazlası kastedilmez. Onunla kastedilen –Allah en iyisini bilendir- tazim ve münasebettir. Bununla, tamlananın tamlayanla olan münasebetini kastediyorum. Burada tamlayan olan “nâ” (biz) zamiri ile kati olarak tazim murat edilir. Tamlananın da çoğul sikası ile gelmesi uygun olur. Tamlanana uygun olması içindir bu. Çoğul, tazim bakımından tekil ve ikilden daha çok delalet etmektedir. Tamlayan ve tamlanan, her ikisi de tazime işaret ederse o zaman ikisi arasında tazim daha ciddi olur.”

[“Mecmû’u Fetâvâ İbni Useymin” 4/59-60]

Sonuç Olarak:

Allah Subhânehû ve Teâlâ’nın kendi şanına yakışır şekilde “İki Gözü”  vardır. Kurân’da tekil lafzı ile tekil zamire izafe edilerek gelmesi, Allah Azze ve Celle’nin bir gözü olduğuna işaret etmez. Tıpkı çoğul lafzı ile gelmesi Allah Azze ve Celle için birçok gözler olduğuna delalet etmediği gibi. Kurân’da gelenler, Sünnet’in açıkladığı manaya yüklenir. Tıpkı Deccal hadisinde olduğu gibi. Bununla da işkâl ortadan kalkmış olur.

Uyarı:

İbnu Kayyim’in zikrettiği ve Şeyh İbnu Useymin’in O’ndan naklettiği: "Bir kul namaza durduğunda Rahman’ın iki gözü önünde durur" hadisini Şeyh Elbânî -Allah ona rahmet etsin- “Silsiletud-Daîfe” (3/93)’de tahricini yapmış ve hadisin zayıf olduğunu bildirmiştir.

Bunun içindir ki Şeyh İbnu Useymin -Allah ona rahmet etsin- şöyle dedi:

“Hadis, senedindeki kopukluk sebebiyle zayıftır. Bu konuda sahih olarak dayandığımız Deccal hadisidir ki bu konuda düşünen kimse için gayet açıktır.”

[“Mecmû’u Fetâvâ ve Rasâil İbni Useymin” (3/197)]

Allah en iyi bilendir.