www.musluman.biz

26 Nisan 2012 Perşembe

Huseyin Ebu Emre - Harun Yildirim - Sahihi Buhari den -Tevhid dersleri - ahlak ve imani

Huseyin Ebu Emre - Harun Yildirim - ahlak ve imani dersler Huseyin Ebu Emre - Harun Yildirim - Sahihi Buhari den -Tevhid dersleri - ahlak ve imani http://archive.org/details/iman_ve_tevhid http://archive.org/download/iman_ve_tevhid/iman_ve_tevhid_vbr_mp3.zip http://archive.org/download/iman_ve_tevhid/Ahlakdersleri001.mp3 http://archive.org/download/iman_ve_tevhid/Ahlakdersleri002.mp3 http://archive.org/download/iman_ve_tevhid/Ahlakdersleri003.mp3 http://archive.org/download/iman_ve_tevhid/Ahlakdersleri004.mp3 http://archive.org/download/iman_ve_tevhid/Ahlakdersleri005.mp3 http://archive.org/download/iman_ve_tevhid/Ahlakdersleri006.mp3 http://archive.org/download/iman_ve_tevhid/Ahlakdersleri007.mp3 http://archive.org/download/iman_ve_tevhid/Ahlakdersleri008.mp3 http://archive.org/download/iman_ve_tevhid/Ahlakdersleri009.mp3 http://archive.org/download/iman_ve_tevhid/Ahlakdersleri010.mp3 http://archive.org/download/iman_ve_tevhid/Ahlakdersleri011.mp3 http://archive.org/download/iman_ve_tevhid/Ahlakdersleri012.mp3 http://archive.org/download/iman_ve_tevhid/Ahlakdersleri013.mp3 http://archive.org/download/iman_ve_tevhid/Ahlakdersleri014.mp3 http://archive.org/download/iman_ve_tevhid/Ahlakdersleri015.mp3 http://archive.org/download/iman_ve_tevhid/Ahlakdersleri016.mp3 http://archive.org/download/iman_ve_tevhid/Ahlakdersleri017.mp3 http://archive.org/download/iman_ve_tevhid/Ahlakdersleri018.mp3 http://archive.org/download/iman_ve_tevhid/Ahlakdersleri019.mp3 http://archive.org/download/iman_ve_tevhid/Ahlakdersleri020.mp3 http://archive.org/download/iman_ve_tevhid/Ahlakdersleri021.mp3 http://archive.org/download/iman_ve_tevhid/Ahlakdersleri022.mp3 http://archive.org/download/iman_ve_tevhid/Ahlakdersleri023.mp3 http://archive.org/download/iman_ve_tevhid/Ahlakdersleri024.mp3 http://archive.org/download/iman_ve_tevhid/Ahlakdersleri025.mp3 http://archive.org/download/iman_ve_tevhid/Ahlakdersleri026.mp3 http://archive.org/download/iman_ve_tevhid/Ahlakdersleri027.mp3 http://archive.org/download/iman_ve_tevhid/Ahlakdersleri028.mp3 http://archive.org/download/iman_ve_tevhid/Ahlakdersleri029.mp3 http://archive.org/download/iman_ve_tevhid/Ahlakdersleri030.mp3 http://archive.org/download/iman_ve_tevhid/Ahlakdersleri031.mp3 http://archive.org/download/iman_ve_tevhid/Ahlakdersleri032.mp3 http://archive.org/download/iman_ve_tevhid/Ahlakdersleri033.mp3 http://archive.org/download/iman_ve_tevhid/Ahlakdersleri034.mp3 http://archive.org/download/iman_ve_tevhid/Ahlakdersleri035.mp3 http://archive.org/download/iman_ve_tevhid/Ahlakdersleri036.mp3 http://archive.org/download/iman_ve_tevhid/Ahlakdersleri037.mp3 http://archive.org/download/iman_ve_tevhid/Ahlakdersleri038.mp3 http://archive.org/download/iman_ve_tevhid/Ahlakdersleri039.mp3 http://archive.org/download/iman_ve_tevhid/Ahlakdersleri040.mp3 http://archive.org/download/iman_ve_tevhid/Ahlakdersleri041.mp3 http://archive.org/download/iman_ve_tevhid/Ahlakdersleri042.mp3 http://archive.org/download/iman_ve_tevhid/Ahlakdersleri043.mp3 http://archive.org/download/iman_ve_tevhid/Ahlakdersleri044.mp3 http://archive.org/download/iman_ve_tevhid/Ahlakdersleri045.mp3 http://archive.org/download/iman_ve_tevhid/Ahlakdersleri046.mp3 http://archive.org/download/iman_ve_tevhid/Ahlakdersleri047.mp3 http://archive.org/download/iman_ve_tevhid/Ahlakdersleri048.mp3 http://archive.org/download/iman_ve_tevhid/Ahlakdersleri049.mp3 http://archive.org/download/iman_ve_tevhid/Ahlakdersleri050.mp3 http://archive.org/download/iman_ve_tevhid/Ahlakdersleri051.mp3 http://archive.org/download/iman_ve_tevhid/Ahlakdersleri052.mp3 http://archive.org/download/iman_ve_tevhid/Ahlakdersleri053.mp3 http://archive.org/download/iman_ve_tevhid/Ahlakdersleri054.mp3 http://archive.org/download/iman_ve_tevhid/iman_ve_tevhid_vbr_mp3.zip http://archive.org/details/iman_ve_tevhid
Huseyin Ebu Emre - Harun Yildirim - ahlak ve imani dersler http://archive.org/details/iman_ve_tevhid

Muvahhidlerin Ahlâkı Ebu Emre

Muvahhidlerin Ahlâkı Yalnız Allah'ı Rab, İslâm'ı din ve Rasûlullah Muhammed (s.a.s.)'i önder edinen muvahhit mü'minler, Allah ve Rasûlü (s.a.s.)'in hükümlerine tam teslim olmuş, hiçbir itiraz gündeme getirmeden "İşittik ve itaat ettik" diye emre âmâde olduklarını beyan eylemişlerdir. Onların bu teslimiyeti, katıksız imanlarından ve emrolundukları gibi sâlih amel işlemelerinden kaynaklanmaktadır… İmanlarında şüpheye düşmeyen ve emrolundukları gibi amel edip amellerinde taviz vermeyen muvahhit mü'minler, izzet ve şeref üzere bir hayat yaşar, kemâle ulaşmış bir şahsiyet ile insanlık âlemine örnek olurlar… Onlar, yegâne Rableri Allah'ın ve yegâne önderleri Rasûlullah (s.a.s.)'in, kendilerine izzet ve şeref bahşeden çağrısına icabet eden, bu çağrının gereğini yerine getirip şerefli bir hayata kavuşan izzetli şahsiyetlerdir… "Ey iman edenler, size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Rasûlüne icâbet edin…" (8/Enfâl, 24) emrini duyar duymaz hemen tabi olan muvahhit mü'minler, bilir ve katıksız iman ederler ki: "Allah ve Rasûlü, bir işe hükmettiği zaman, mü'min bir erkek ve mü'min bir kadın için o işte kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur…" (33/Ahzâb, 36) Çünkü: "Aralarında hükmetmesi için, Allah'a ve Rasûlüne çağırdıkları zaman mü'min olanların sözü: 'işittik ve itaat ettik' demeleridir. İşte kurtuluşa erenler bunlardır." (24/Nûr, 51) Hakikatine tam iman edip teslim olmuşlardır… Muvahhit mü'minler, yegâne Rableri Allah'ın kendilerine hayat örneği ve önderi kıldığı Rasûlullah (s.a.s.)'in, izini takip eden, O'nun sünneti'ne uyma konusunda hassas davranan şahsiyetlerdir… Muvahhitlerin ahlâkının biricik örneği Rasûlullah (s.a.s.)'in ahlâkıdır… Rabbimiz Allah, Allah ve âhiret gününe iman edenler için hayat örneği kıldığı (Bkz. 33/Ahzâb, 21) Rasûlü Muhammed (s.a.s.)'e itaat olunup uymayı emretmiş, Allah ve Rasûlüne itaat etmekten yüz çevirirlerse, Allah'ın kâfirleri sevmediğini beyan buyurmuştur. "De ki: 'eğer siz Allah'ı seviyorsanız bana uyun. Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. De ki: 'Allah'a ve Rasûlüne itaat edin.' Eğer yüz çevirirlerse, şüphesiz Allah, kâfirleri sevmez." (3/Âl-i İmrân, 31-32) Rasûlullah (s.a.s.)'e uymak, Allah'a ve Rasûlüne itaat edip yüz çevirmemek, Âlemlerin Rabbi Allah'ın Muvahhit kullarına emridir… Yegâne Rab ve kendisinden başka hüküm koyucu ilâh olmayan Allah'ın emrini işiten muvahhit mü'minler: İşittik ve itaat ettik! Deyip imanlarının ve itaatlerinin gereği önderleri Rasûlullah (s.a.s.)'e uyarlar… Rasûlullah (s.a.s.)'e itaat, gerçekte Allah'a itaattir… Çünkü Rasûl'e itaat etmeyi, Allah emretmiştir… Allah'ın emrine itaat edenler, Rasûlullah'a itaat ederler. "Kim Rasûl'e itaat ederse gerçekte Allah'a itaat etmiş olur. Kim de yüz çevirirse, biz seni onların üzerine koruyucu göndermedik" (4/Nisâ, 86) Hayat örneği ve önderi Rasûllah (s.a.s.)'e itaat, O'nun, Kur'an-ı Kerim'in uygulanışı olan sünnetine uymakla gerçekleşir… O'nun ahlâkıyla ahlâklanmak, sünnetini yaşamaktır!.. Mü'minlerin annesi Aişe (r. anhâ)'ın beyanıyla: "Nebiyyallah (s.a.s.)'nin ahlâkı, Kur'an idi!" (Müslim, Salâtu’l-Müsafirin, b. 18, Hds. 139; Nesâî, Kıyûmu'l-leyl, b. 2, Hds no: 1601; Ebû Dâvud, Salâtu't-Tatavvu, b. 26, Hds no: 1342) Rasûlullah (s.a.s.)'in ahlâkıyla ahlâklanmak, Kur'an ahlâkıyla ahlâklanmaktır!.. Rasûlullah (s.a.s.), Allah tarafından güzel ahlâkı tamamlamak için gönderilmiştir. Ebû Hüreyre (r.a.)'ın rivâyetiyle şöyle buyur Rasûlullah (s.a.s.): "Ben, ancak ahlâkın güzelliklerini tamamlamak için gönderildim." (İmam Buhâri, Edebü'l müfred, b. 135 Hds no: 273; İmam Malik, Muvattâ, Husnü'l-hulk, Hds. No: 8) Rasûlullah (s.a.s.)'in Kur'an olan ahlâkıyla ahlâklanmak, hayatın her hâlinde ona uymakla gerçekleşir… Bir kısımda uyup, bir kısmında uymamak ve uymadığı kısmında tağutların hükmüne, adetlerine, geleneklerine uymak, Kur'an'a ve Sünnet'e yapılan korkunç bir ihanettir… Muvahhit mü'minler, böyle bir ihanetten berî olup Allah'a sığınırlar… Onlar, kitap ve sünnete uymak konusunda çok hassas olup itaati tam gerçekleştirmeye bütün gayretleri ile çalışırlar… Dinin parçalanması anlamına gelen Kur'an ve sünnetin bir kısmına uyup, bir kısmına uymamak muvahhit mü'minlerin reddettiği, asla kabul etmediği bir olaydır. Şöyle buyurur Rabbimiz Allah: "Yoksa siz, kitabın bir bölümüne inanıp da, bir bölümünü inkâr mı ediyorsunuz. Artık sizden böyle yapanların dünya hayatındaki cezası, aşağılık olmaktan başka değildir. Kıyamet gününde de azabın en şiddetli olanına uğratılacaklardır. Allah, yaptıklarınızdan gâfil değildir." (2/Bakara, 85) Muvahhid mü'minler, asla böyle bir duruma düşmez ve böyle bir durumu kabul etmezler… Onlar, yegâne hayat nizamı olan İslâm'ı ve onun temel düsturu olan Kur'an'ı bir bütün olarak kabul edip iman ederek, Rasûlullah (s.a.s.)'in sünnetinde olduğu gibi hayatta uygulamaya gayret ederler… Böylece Rasûlullah (s.a.s.)'in ahlâkı olan Kur'an ahlâkıyla ahlâklanırlar… Bu hâl, en hayırlı olmanın gereğidir. Mesruk (rh.a.) anlatıyor: Bizler, Abdullah ibn Amr (r.a.)'ın beraberinde oturuyor, O da bize hadis tahdis ediyordu. Bu sırada: Rasûlullah (s.a.s.), aşırılık yapıcı seciyede değildi, aşırılık yapıcı da olmamıştır. Muhakkak olan şu ki: "Sizin en hayırlı olanınız, ahlâkı en güzel olanınızdır." buyurur dururdu (Buhâri, Edeb 64; Müslim, Fedâil 16, Hds. No: 68). Usame b. Şerik (r.a.)'dan; Bedevîler, Rasûlullah (s.a.s.)'e: Ya Rasûlullah, kula verilen (hasletler)'in en hayırlısı nedir? Diye sordular. Rasûlullah (s.a.s.): "Güzel ahlâktır" buyurdu (İbn Mâce, Tıb 1, Hds. No: 3436; İmam Buhâri, Edebü'l-Müfred, b. 138, Hds no: 291). Ebû Hüreyre (r.a.)'dan; Ebû'l-Kasım (Rasûlullah s.a.s.) şöyle buyurdu: "İslâm bakımından sizin en hayırlınız bilgili oldukları taktirde, ahlâk yönünden en güzel olanlarınızdır!" (İmam Buhâri, Edebü'l Müfred, b. 138, Hds no: 285). Ebû Hüreyre (r.a.)'dan; Rasûlullah (s.a.s.)'e: (mü'mini) cennete dahil eden amellerin en çoğu hangisidir? Diye sordular. O: "Takvâ ve ahlâk güzelliğidir!" buyurdu (İbn Mâce, Zühd, b. 29, Hds no: 4246; Tirmizî, Birr ve's-Sıla, b. 61, Hds no: 2072). Rasûlullah(s.a.s.)'in, Kur'an ahlâkı olan ahlâkıyla ahlâklanan muvahhit mü'minlerin ahlâkî özellikleri, Rabbimiz Allah tarafından şöyle beyan buyrulur: "O Rahman (olan Allah)'ın kulları, yeryüzü üzerinde alçak gönüllü olarak yürürler ve cahiller kendilerine muhatap oldukları zaman 'selam' derler. Onlar, Rablerine secde ederek ve kıyama durarak gecelerler. Onlar, 'Rabbimiz' cehennem azabını bizden geri çevir. Gerçekten, onun azabı ödenmesi kaçınılmaz bir borç (veya sürekli bir acıdır)' derler. "Şüphesiz O, ne kötü bir karargâh ve ne kötü bir konaklama yeridir." Onlar, harcadıkları zaman, ne israf ederler ne kısarlar. (Harcamaları) ikisi arası orta bir yoldur. Ve onlar, Allah ile beraber başka bir ilâha tapmazlar. Allah'ın haram kıldığı canı, haksız yere öldürmezler ve zinâ etmezler. Kim bunları yaparsa ağır bir ceza ile karşılaşır. Kıyâmet günü, azab ona kat kat arttırılır ve içinde aşağılanmış olarak temelli kalır. Ancak tevbe eden, iman eden ve Salih amellerde bulunup davranan başka. İşte onların günahlarını Allah, iyiliklere çevirir. Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir. Kim tevbe eder sâlih amellerde bulunursa, gerçekten o, tevbesi (ve kendisi) kabul edilmiş olarak Allah'a döner. Ki onlar, yalan şahitlikte bulunmayanlar, boş ve yersiz sözlerle karşılaştıkları zaman onurlu olarak geçenlerdir. Onlar, kendilerine Rablerinin âyetleri hatırlatıldığı zaman, onun üstünde sağır ve körler olarak kapanıp kalmayanlardır. Ve onlar: "Rabbimiz" bize eşlerimizden ve soyumuzdan, gözün aydınlığı olacak (çocuklar) armağan et ve bizi, takvâ sahiplerine önder kıl" diyenlerdir. İşte onlar, sabretmelerine karşılık (cennetin en gözde yerinde) odalarda ödüllendirilirler ve orda esenlik dileği selamla karşılanırlar. Orada ebedî olarak kalıcıdırlar. O ne güzel bir karargâh ve ne güzel bir konaklama yeridir." (25/Furkan, 63-76) Yegâne Rabbimiz Allah Teâlâ’nın bu âyet-i kerimelerindeki muvahhit mü'minlerin özelliklerini şöyle sıralayabiliriz: 1- Muvahhit mü'minler, kibirden ve gururdan arınmış, her hallerinde mütevazidirler. Bu mütevazi kullar, kendilerine sataşmak isteyen cahiliye düzeninin cahil muhataplarının seviyesizliğine inmeyen ve onlarla tartışmayanlardır… 2- Onlar, gece abid, gündüz mücahittirler… Gündüz kulluk vazifelerini çeşitli yönleriyle ve emrolundukları gibi yerine getirmeye gayret ederken, geceleyin "kıyamu'l-leyl" 'e dikkat ederek gecelerini, gündüzlerini ibâdet halinde ihyâ ettikleri gibi gereği gibi ihyâ ederler… 3- Gecegündüz ibâdet hâlinde olan bu şeref sahibi şahsiyetler, her zaman duâ ederek Allah ile olan rabıtalarını kuvvetlendirirler… 4- Onlar, imanları katıksız ve tevhid akîdeleri sapasağlam olduğu için, Allah'a asla şirk koşmaz ve O'nunla beraber başka bir kanun koyucu, hüküm sahibi olduğu zannedilen bir ilâha tapmazlar… Allah'a karşı tuğyan etmiş olan bütün tağutları inkâr ve reddedeler… 5- Allah'ın haram kıldığı herhangi bir canı haksız yere öldürmezler… 6- Zinâya götürücü bütün yollardan uzaklaşır ve zinâya yaklaşmaz, zinâ etmezler… 7- Tevbe ve istiğfarı çokça yapar ve yaptığı tevbelerinde sabır edip geri dönmezler… 8- Yalan yere şahitlik etmezler… 9- Boş ve faydasız sözlere ve işlere bulaşmaz onlarla karşılaştıkları zaman kendilerine zarar dokundurmamaya gayret eder, izzet ve şerefleriyle onlardan uzaklaşırlar… 10- Onlara Allah'ın âyetleri hatırlatıldıkları zaman, kulak kesilir, dinler ve itaat ederler!... Muvahhid mü'minlerin diğer özellikleri ve ahlâkî yapıları şu âyetlerde beyan buyrulmuştur: "Mü'minler, gerçekten felâh bulmuştur. Onlar, namazlarında huşuu içinde olanlardır.onlar, tümüyle boş şeylerden yüz çevirenlerdir. Onlar, zekâta ilişkin (söz ve görevlerini mutlaka) yerine getirenlerdir. Ve onlar, ırzlarını koruyanlardır. Ancak eşleri yada sağ ellerinin sahip olduklarına karşı (tutumları) hariç, bu konuda kınanmış değillerdir. Fakat kim bundan ötesini ararsa, artık onlar, sınırı çiğneyenlerdir. (Yine) Onlar, emanetlerine ve ahitlerine riâyet edenlerdir. Onlar, namazlarını da (titizlikle) koruyanlardır. İşte( yeryüzünün hakimiyeti ve âhiretin nimetlerine ) varis olacak onlardır. Ki onlar, Firdevs (cennetleri)e de varis olacaklardır. İçinde de ebedî olarak kalacaklardır." (23/Mü'minûn, 1-11) Emirü'l mü'minin imam Ömer İbnü'l-Hattab (r.a.) anlatıyor: Rasûlullah (s.a.s.)'e vahiy indiği zaman başının ucunda arı uğuldamasına benzeyen bir ses işitilirdi. Bir gün kendisine vahiy indirildi. Bir müddet bekledik. Ve sonra vahiy (durumu) O'ndan kaldırıldı. Rasûlullah (s.a.s.), kıble'ye karşı durdu, ellerini kaldırdı ve: "Allahım, arttır bizi, eksiltme bizi, şerefli kıl bizi alçaltma bizi, gözet bizi, başkalarını tercih etme bize, memnun et bizi, bizden de râzı ol!" diye duâ etti. Sonra: "Bana on âyet indirildi ki, her kim onların gereğini yaparsa, muhakkak cennete girecektir." buyurdu. Ve peşinden: "Mü' minler, gerçekten felâh bulmuştur..." (23/Mü'minûn, 1) diye oku(maya başla)yarak on âyet bitirdi (Tirmizî; Tefsiru'l-Kur'an, b. 24, Hds no: 3384-3385). Gereğini yaptıkları taktirde muhakkak cennete girecek olan katıksız iman sahibi muvahhit mü'minler şu vazifelerini asla ihmal etmemeli ve emrolundukları gibi amel etmelidirler: 1- Namazlarını titizlikle kılmalı ve namazlarında huşûlu olmalıdırlar. 2- Boş ve batıl olan şeylerin tümünden yüz çevirip uzaklaşmalıdırlar. 3- Zekât ve sadakalarında hassas olup helâl yollardan kazanıp helâl kılınmış yollara sarf etmeli ve zekât ile sadakanın şartlarını yerine getirerek edâ etmelidirler. 4- Irzlarını korumalı, kadın olsun, erkek olsun iffetlerine zerre kadar bir toz kondurmamalıdırlar. 5- Emanetlerine ve ahitlerine riâyet etmeli, borçlarını ödemek konusunda çok titiz davranmalı, ahitleştikleri mercilerle Allah'a ve Rasûlü (s.a.s.)'e itaat ettikleri müddetçe itaat etmeli itaatte herhangi bir kusur işlememelidirler!.. İşte felâh bulan muvahhid mü'minlerin özellikleri… bu özelliklere sahip olan izzet ve şeref sahibi mü'minler, "yeryüzünün varisleri" olmaya hak kazandıkları gibi, Firdevs cennetlerinin de varisleri olup içinde ebedî kalacaklardır… Her muvahhid mü'min ahlâkî yapısını bu âyetlerdeki ölçüye arz etmeli ve ona göre davranmalıdır!

ALLAH RASÛLÜ SALLALLAHU ALEYHİ VE SELLEM’İN KİŞİLİĞİ

ALLAH RASÛLÜ SALLALLAHU ALEYHİ VE SELLEM’İN KİŞİLİĞİ Kişilik Kavramı: Kişilik kavramı günlük hayatımızda sıklıkla kullandığımız bir kavramdır. Buna rağmen tanımlanmasında güçlük çekilmektedir. Bu güçlük insan denen varlığın çok karmaşık bir yapıya sahip olmasından ve bu yapının net bir şekilde belirlenmesinin zorluklarından kaynaklanmaktadır. Karakter kelimesi Fransızca asıllı olup “bir bireyin kişiliğini oluşturan ve çevresine gösterdiği tepkileri belirleyen sürekli, duygusal niteliklerin tümüdür.” Bu kelime dilimizde “tabiat” kelimesi ile karşılanmaktadır. Tabiat, bir kimsenin temel kişiliğini oluşturan özellikler, eğilimler bütünü, huy, karakter anlamlarına gelmektedir.Karakter kişilerde doğuştan itibaren mevcut bulunmaktadır. Karakter adını verdiğimiz bu eğilimler çevrenin tesiri sonrası kuvvetlenir. Karakter doğuştan olmakla beraber değişmezlik ve süreklilik arz eder. Bireylerin toplum değerlerine, kültürüne ve ahlak kurallarına uygun davranış gösterme özelliği karakter olarak ifade edilir. Karakter kişiliğin iskeletini oluşturur. Mizaç ve karakter birlikte kişiliği oluştururlar. Karakter özellikleri, insanlar arası ilişkilerde gösterilen tutum ve davranışa, onlar üzerinde bırakılan etki sonucuna göre tayin edilir. Dürüstlük, güvenilirlik, yiğitlik, adaletlilik, şeref ve haysiyetine düşkünlük ve cömertlik gibi bir takım ahlaki ve dini faziletler bu karakter özelliklerinin belirlenmesindeki en önemli ölçülerdir. Bunlar aynı zamanda Müslüman kimliğinin de ayırıcı vasıflarıdır.Karakter müspet ya da menfi yönde gelişebilir. Bu bakımdan “karaktersiz kişi” den bahsetmemiz mümkün değildir. Bu kişiye “kötü karakterli” demek daha doğru olacaktır. Zira karakter “ruhta iyice yerleşen prensipler vasıtasıyla her irade fiilinin kesin ve muayyen olması üzerine ruhun istikrar kazanmış halidir.” Bu istikrar müspet ya da menfi yönde olabilir. Karakter ve kişilik kelimeleri aynı anlamda kullanılabilmektedir. Oysaki bu iki kavram arasında farklılıklar vardır. Kişilik kavramında insanın bütün varlığı, bütün mahiyeti akla geldiği halde; karakter kelimesinde bütün varlık akla gelmez. Kişilikte duygu, düşünce, hareket tarzları topyekûn göz önünde bulundurulur. Karakterde ise daha ziyade yalnız iradeyi harekete getiren düsturlar akla gelir. Karakter kavramının, kişilikten en önemli farkı; karakter sözcüğünün ekseriyet itibarıyla ahlaksal özellikleri anlatmak üzere kullanılmasıdır. “Karakter, kişiye özgü ahlaki davranışların bütünü olup insanın bedensel, duygusal ve zihinsel faaliyetine çevrenin verdiği değerdir.” Bu sebeple karakter toplumun mevcut ve ideal kimlik algılarına göre değerlendirilir. Kişilik, karakterden daha geneldir ve onu da kapsar. Böylece karakter kişiliğin daha çok toplum değerlerince oluşturulmuş şeklidir. Çünkü kişilik karakteri de içine almak şartıyla bir insanın kendine has fiziksel ve ruhsal bütün özelliklerini içeren bir terimdir. ALLAH RASÛLÜ SALLALLAHU ALEYHİ VE SELLEM’İN TEMEL KİŞİLİK ÖZELLİKLERİ Emin Oluşu (Güvenilirliği):Emin kelimesi sözlükte, “kendisine güvenilen, hıyanet etmeyen, sözünde duran, vefalı; başkalarından korkmayan kimse” anlamına gelir. Emniyet, bütün peygamberlerin ortak özelliğidir. Onların bu özelliği taşımaları aksini düşündürmeyecek katiyette zaruridir. Çünkü onlar ilahi vahyin kaynağıdırlar. Bir peygamber ile halkı arasındaki iletişimin kalitesinden söz etmek için yani etkileyici bir iletişimin gerçekleşebilmesi için kaynağın güvenilirliği ön şarttır. Bu açıdan iletişim (tebliğ)in kaynağı olan peygamberlerin de güvenilir olmalarının arandığından söz edebiliriz. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem diğer peygamberler gibi güvenilir bir insandı. Risaleti öncesinden beri insanlara güven telkin etmekte bu sayede de emin sıfatıyla tanınmaktaydı. Mekkeliler onun güvenirliliğini çok iyi bilmelerinden ötürü kendisine en kıymetli eşyalarını emanet etmekten çekinmemekteydiler. Bu güvenlerinin boş olmadığını göstermek açısından, Mekke’den Medine’ye hicret etmeden önce, Hz. Ali’yi yerine vekil bırakıp, kendisini öldürmek için gelen kabilesinin değerli eşyalarını sahiplerine iade etmesi hususunda görevlendirmesini zikre değer görüyoruz. Güven Toplumu Oluşturma Çabası: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem güvenin ve emniyetin temsilcisi bir insan olmakla beraber yetiştirdiği kimseler de büyük ölçüde kendisi gibi güvenilip dayanılabilecek kimselerdi. Bu kimseler kalplerinde maneviyatın maddiyata galebe çaldığı, öteki hayat ve hesap verme bilincinden ötürü dürüst ve gayretli, idareden sorumlu olunca merhametli, zenginliklerinde cömert, sıkıntılarında sabırlı, adalet konusunda imtiyaz tanımaz, kendilerine emanet edilen konuların üstesinden gelmede gerçek bir namusluluk içinde olan kimselerdi. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem emaneti olmayanın imanı olmadığını emanete hıyanetin münafığın alameti olduğunu söyleyerek bu meselede söz verecek kimselere cenneti garanti etmiştir. O gerçek mümini ise şöyle tarif etmektedir: “Hakiki mümin odur ki, insanlar malları ve canları hususunda ona karşı emniyet içindedirler.” Yüce Allah müminlerin meziyetlerini sayarken “Onlar ki emanetlerine ve verdikleri söze riayet ederler. Onlar ki şahitliklerini dürüst yaparlar” demekte, emanetin önemli bir kişilik özelliği olduğunu vurgulamaktadır. Yukarıdaki ayete bakıldığında adalet ve emniyet arasındaki sıkı bağlantı dikkatten kaçmayacaktır. Emniyet adaletin hem sebebi hem de sonucudur. Zira adil olmanın yolu emin olmaktan geçer, adalet de emniyeti doğurur. Bir yerde barış ve güvenin devamının güvenilir insanların söz sahibi olmasıyla mümkün olacağı açıktır. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem gerçek bir emniyet insanı olmakla beraber toplumun içinde bulunduğu zulüm ve kokuşmuşluğa çareler arıyor, bir güven toplumu oluşturulması hususunda fikir sancısı çekiyordu. Toplumun dertlerine duyarlı bir insandı ve ifsat olmuş bu topluluk hakkında tefekkür etmek amacıyla Hira Mağarası’nda uzlete çekilirdi. İlk vahiy tecrübesi, çektiği fikir sancıları sonrasında yaşadığı bir deneyimdi. Rısaleti öncesinde haksızlığa uğrayanların hakkını korumak için kurulan Hilfu’l-Fudul cemiyetinin aktif üyesiydi. O, böyle bir birlikteliğe katılmaktan iftihar eder. Emin bir toplum oluşturmak için düşmanlığa set çekmeye, kötülüğü ortadan kaldırıp iyiliği ve kardeşlik düşüncesini yaymaya çalışmıştır. Bunun için Müslümanların birbirlerinden emin olması gerektiğini söylemiştir. O, bu doğrultuda şunları söylemektedir: “Müslüman, diğer Müslümanların elinden ve dilinden emin olduğu kimsedir.” “Müslüman’a sövmek fasıklıktır, ve onu öldürmek küfürdür.” Onun beyanlarına göre hayırlı bir insan olup cennet ehlinden sayılmak, yalnızca namaz, oruç gibi ibadetlerle yetinmekle mümkün olmaz. Kötülüğünden çevresindekiler emin olmayan kimse cennete giremez.” Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem, toplumdan kötülüğü kaldırmaya, onun yerine iyiliği ikame etmeye çalışmış, bunun için “Her iyilik bir sadakadır” buyurarak hiçbir iyiliği küçük görmemeyi tavsiye etmiştir. Müslümanları aldatmamak, haset beslememek, onlara ezada bulunmamak, onlara erişecek zararları engellemek, iyiliklerine olacak şeyleri celbetmek, ayıplarını örtmek, kavlen ve fiilen yardımda bulunmak, herkese şefkat beslemek, büyüklere saygılı küçüklere merhametli davranmak ve bu hususlarla ahlaklanmaya teşviktir. Bunlar aynı zamanda dinî kimliği oluşturmaktadır. Allah toplumda güvenin yayılması için iyilik düşüncesine önem vermiş bir iyilik yapana daha iyisi ile karşılık verileceğini söylemiştir.” Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’e göre her iyilik bir sadakadır, ancak bunu da yapamayan birisi kötülük işlemekten kendini alıkorsa bu da onun için bir sadaka olur. Allah müminler arasındaki kardeşliğe şöyle işaret etmektedir: “Müminler ancak kardeştirler. Şu halde iki kardeşinizin arasını düzeltin ve Allah’tan korkun ki merhamet olunasınız.” Ayetlerin delaleti ve Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in uygulamaları ile toplumda güven ve dolayısıyla huzuru sağlama, yapıcı ve birleştirici olmak gibi karakter özelliklerine sahip olmak, istenilen özellikler olup bunlar önce Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’de belirginleşip dinî kimliğin içindeki yerini almıştır. O, kardeşliği bozacak bütün davranışları yasaklayarak, birliği, emniyeti güvence altına almıştır. Bunun için kötü zan, haset, gıybet ve koğuculuk gibi ayrılığa düşürücü tutumlara karşı kesin tavır almıştır. Allah Rasûlü toplumda insanların birbirlerinin haklarına saygılı, kötülüğü elinden, dilinden ve zihninden silmiş, hep iyilik düşüncesi ile oturup kalkan kimseler olması hususunu gerçekleştirmek için çabalamış, böyle insanların birbirlerini karşılamalarının ise selamla olacağı üzerinde durmuştur. Selam veren, taşıdığı iyi niyetler hakkında kendisine güvenilebileceğini ifade etmiş olmaktadır. Böylelikle selamın yayılmasıyla toplumda emniyet ve güven yayılmış olmaktadır. Rabbinden Emin Oluşu ve Tevekkülü: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem tüm insanlar için emniyet kaynağı olmasının yanında rabbine karşı da tam itimat göstermiş hayatını tevekkül ve emniyet içinde geçirmiştir.

KUR’ÂN VE SÜNNET’TE İMAN AÇISINDAN İNSANLARIN ÖZELLİKLERİ İMAN ve İSLAM KAVRAMLARI

KUR’ÂN VE SÜNNET’TE İMAN AÇISINDAN İNSANLARIN ÖZELLİKLERİ İMAN ve İSLAM KAVRAMLARI Sözlük ve Terim Olarak İman a) Sözlükte İman: Sözlükte “güven içinde bulunmak, sükûnet ve huzura kavuşmak, korkusuz olmak” anlamına gelen ‘E-M-N’ (emân) kökünden türeyen bir kelime olan İman; doğrulamak, güven ve itimat etmek, boyun eğmek, itaat etmek, saygı ve tevazu göstermek, birini güven ve emniyette kılmak, bir âdemi söylediği sözde tasdik etmek, inanmak, demektir. Yine “amene (iman etti)” fiilinin mastarı olup tasdik anlamına gelen iman kelimesi; şeriatı kabul etmek, bir şeye tereddütsüz ve kesin olarak içten ve yürekten inanmak, mutlak tasdik, kalp ile tasdik, dil ile ikrar, birini sözünde tasdik etmek, inanç, itikat, İslam dinini kabul etme, dinin ortaya koyduğu dogmalara inanma, din inancı, kutsal inanç gibi manalara gelmektedir.“Sağlamlaştırmak, kesin karar vermek, tasdik etmek” manasındaki “akd” kökünden türeyen i’tikâd da ‘iman’ karşılığında kullanılır. İtikatla iman eş anlamlı olup, “teslim olmak ve boyun eğmek” anlamını da kapsar. Arap dilinde iman; mutlak tasdik etmek, yani bir habere, bir hükme, bir şahsa, bir varlığa kesin bir şekilde, içten gelerek samimiyetle inanmak, onu doğrulamak, teyit etmek, doğru söylediğini kabullenip benimsemektir. Böylece söz konusu tasdik ile kalp huzur ve sükûna, güven ve emniyete kavuşur, rahata erer. İfade edilen söz veya sözün sahibi de yalanlanmaktan emin olur. “İman” kelimesinin Arapçada başka manalarda kullanıldığı da olmuştur. Kişi bir şeyi ip vb. şeylerle bağladığında (âmenehû) denir. Yine boyun eğme ve gönül huzuru ile benimseme manasında (âmene lehû); İslamiyeti kabul edince (âmene fülânun); kişiye güven verme manasında (âmenehû) şeklinde kullanılmıştır. Bütün dilcilerin örfünde, imanın hakikatı ‘mutlak tasdik’tir. Yani bir şahsa, bir habere veya bir hükme kesin olarak ve gönülden gelerek inanmak, onu doğrulamak, sözünü doğru kabul etmektir. Tasdik eden, tasdik ettiği şahsı yalanlanmaktan emin kılmış veya bizzat kendisi yalandan emin olmuştur. O kadar ki böyle bir tasdik ile kalp emniyete, huzura ve sükûna kavuşur, söylenen söz doğrulanır, söz söyleyen şahıs yalanlanmaktan ve inkâr edilme korkusundan emin olur. “Emn” kelimesinden türeyen iman kelimesi değişik kullanımlarıyla beraber Kur’an-ı Kerim’de sekiz yüzden fazla yerde geçmektedir. b) Terim Olarak İman Lügatta “mutlak tasdik” anlamına gelen iman kelimesi, ıstılahta Allah (cc)’tan gelen şeyleri kalp ile tasdik etmek, dil ile söylemek ve organlarla da davranışa dönüştürmek, Hz. Peygamber (sav)’in Allah Teala’dan getirdiği her şeyi tasdik ve ikrar etmek, ona inanmaktır. Başka bir ifade ile iman; Peygamberlerin Allah tarafından getirdiği kesin olarak bilinen ve zarurat-ı diniye denilen İslam’ın esaslarının ve hükümlerinin doğru ve gerçek olduğuna tereddütsüz inanmaktır. Bu tanıma göre iman eden kişiye mü’min, iman edilen şeylere de mü’menün bih denir. İman kavramı Kur’an-ı Kerim’de sekiz yüzden fazla yerde geçmektedir. Doğru söylemek anlamındaki ‘sıdk’, şüpheden uzak olarak bilmek anlamındaki ‘yakin’ ve huzur bulmak, güven duymak anlamındaki ‘itminan’ kelimelerinin türevleri de iman etmeyi ve inananları nitelemek için kullanılmaktadır. İman bütün amellerin ön şartıdır. İman olmadan hiçbir amelin bir manası olmaz. İman, durgun bir teslimiyetin değil amel dediğimiz faaliyetlerle beraber bir aksiyonun ana kaynağıdır. İman eden bir insan tek taraflı olarak Allah’a teslim olup yerinde duran bir insan değildir. Bilakis o, imanın gereği olan en güzel davranışları yaşayan aktif bir insandır. Çünkü iman, salih amel yapmayı gerekli kılar. İman insanı Allah (cc)’ın razı olduğu bir hayatı yaşamaya sevk eder. Bu açıdan bakıldığında iman, ibadet ve ahlak birbirleriyle ilişkili olan konulardır. İnanmayan kişi ibadet yapmaz. İbadetlerini gereğince yerine getirmeyen kişi ise kötü davranışlardan uzak durmaz. İman ve ibadetlerin yönlendirmesi sonucu oluşan hayatta insan gerçek değerini bulur. İnsandaki sıkıntı ve rahatsızlığın yerini huzur ve mutluluk alır. Toplum içerisindeki ilişkiler düzelir, kötülükler ortadan kalkar. Böylece sorumluluklarını bilen ve onları gerçekleştirmeye çalışan bir insan ortaya çıkar ki, o kişi mü’min kişidir. Sözlük ve Terim Olarak İslam a) Sözlükte İslam: İslam; sözlükte, “boyun eğmek ve iradi olarak uymak suretiyle barış ortamına girmek,teslim olmak, itiraz etmeksizin ve tepki göstermeksizin amirine boyun eğmek, Allah’ın hükmüne razı olmak, İslam dinine girmek, dini Allah’a has kılmak, doğrudan ayrılmamak, hiçbir surette şaşıp sapmadan daima yolun ortasından yürümek, barış ve sulha girmek, meşgul olduğu bir şeyi terk etmek” gibi anlamları olan ve ‘silm’ kökünden “if’al” babının mastarı olan bir kelimedir. Bu kelimenin asıl manası itaat etmek ve boyun eğmektir. Bu anlam her ne kadar mutlak ise de kelimenin örfteki kullanımı sadece “doğruya ve hakka uyma” manası taşır. Yanlışa ve kötüye boyun eğme şeklindeki bir teslimiyet İslam’a aykırıdır ve isyan olarak nitelendirilir. Sözlüklerde de genelde Hz. Muhammed’in Allah tarafından tebliğine me’mur olduğu ve yaydığı din” anlamında kullanılan İslam, bir din ismi olarak ayet ve hadislerde de geçmektedir. Genel manada İslam, Allah (c.c)’ın ilk peygamber Hz. Âdem (a.s)’den son peygamber Hz. Muhammed (sav)’e kadar gönderdiği bütün dinlerin ortak adıdır. Terim Olarak İslam:İlk dönem âlimlerinden İmam Matüridi İslam için; “Kişinin kendini bütünüyle Allah’a teslim etmesi, sadece ve tamamıyla O’na kulluk edip ortak koşmaması” diye bir tarif yapmıştır. Sonraki dönemlerde yazılan sözlüklerde İslam; “Kalpteki inancı dille ifade edip fiillerle gereğini yerine getirmek suretiyle Allah(c.c)’a takdir ve hükmettiği her hususta boyun eğip teslimiyet göstermektir” şeklinde tarif edilmiştir. Yine İslam, “Yüce Allah (c.c)’ın Allah Resulü Hz. Muhammed (sav)’e göndermiş olduğu buyrukların hepsini kalp ile tasdik, dil ile ikrar ederek, gönül huzuru içerisinde benimsemek ve kabul etmek demektir.” TASDİK ve İNKÂR BAKIMINDAN İNSANLAR Mü’min Sözlükte Mü’min:“Emn” kökünden türemiş bir isim olan mü’min kelimesi; güvenlik veren, emin kılan, tasdik eden, iman eden, kâfirin karşıtı, inanan, inançlı, imanlı, İslam dinini kabul etmiş, Müslüman gibi anlamlara gelmektedir. Mü’min, iman eden kimse demektir. İslami literatürde, Allah (cc)’tan Peygamber aracılığıyla gelen ‘vahy’e, mutlak olarak inanan ve onun doğru olduğunu kabul eden kimsedir.İslam kültüründe veya akaidinde iman, Allah’tan gelen şeyleri dil ile söyleyip kalp ile tasdik etmektir. Bu genel bir tanımdır.İnanmanın gereği olarak sayılan bu şartlar bu tanımın içerisindedir. Yani İslam’da iman esasları sayılan, Kur’an ve mütevatir Sünnet’te yer alan bütün hususların doğruluğunu kalp ile doğrulamak (tasdik etmek) ve bunlara inandığını dil ile söylemektir. İşte mü’min,bu inanma ve tasdik işini yapan insandır. Terim Olarak Mü’min:Mü’min, inanç esaslarını kalp ile tasdik, dil ile ikrar edip bununla birlikte Allah’ın emirlerini yapan ve yasaklarından sakınan, bütün varlığı ile Allah’ın hükümlerine teslim olan kimse demektir. Allah’a, Hz. Peygamber’e ve onun haber verdiği şeylere yürekten inanıp kabul ve tasdik eden kimseye de mü’min denir. Ayrıca Kitabın hepsine ve Hz. Peygamber’in bildirdiklerinin tamamına da iman etmek şarttır. Çünkü Kitabın bir kısmını kabul edip de bir kısmını inkâr etmenin veya reddetmenin mü’minin vasfı olmadığını, bu durumun onu mü’min yapmayacağı Kur’an da açıkça belirtilmiştir. Münafık Sözlükte Münafık:‘Münafık’, nifak sahibi kimse, nifak içinde olan demektir. Nifak kelimesi “tarla faresi ve çöl tavşanı gibi hayvanların gizli yuvası, ini manasına gelen ‘nefaka’ kökünden türemiştir.” Nifak kelimesinin hangi kök anlamından türediği konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. İslami literatürde nifak, kalbiyle inanmadığı halde, diliyle inandığını söyleme, davranışlarıyla inandığını gösterme durumudur. Genel olarak ortaya atılan görüşlerin tamamında bir ortak nokta bulunmaktadır ve o da aldatmaktır. Ayrıca sözlükte “nefret doğuran, nifak sokan, ikiyüzlü, dış görünüşü Müslüman olmakla birlikte kâfir olan kimse” manasında kullanılmaktadır. Nifak, kalpte olursa küfür, amelde olursa suçtur. Terim Olarak Münafık:Asli manasını değiştirmeden dilimize geçmiş olan münafık kelimesi terim anlamı olarak; “Allah’ın birliğini, Hz. Muhammed’in peygamberliğini ve onun Allah’tan getirdiklerini kabul ettiklerini söyleyerek, Müslümanlar gibi yaşadıkları halde kalben inanmayan kimseler anlamındadır. “Münafık, sözü özüne uymayan, olduğundan farklı görünen kimsedir. Münafık, gizli kâfirdir. Asla Müslüman değildir.” Kur’an da münafıklar hakkında çok şiddetli hükümler vardır. Onlar cehennemin en alt tabakasında cezalandırılacaklardır.”“Onlar yalancıdırlar, imanları sadece dillerindedir, kalplerinde değildir.” Münafıkların içi başka dışı başkadır. Sözü özüne uygun değildir. Münafıklar, İslam toplumu için açık kâfirden daha tehlikelidir. Çünkü onlar dıştan Müslüman gibi gözüktüklerinden tanınmazlar, içten içe İslam toplumunun huzur ve düzenini bozarlar, dikkatsiz ve bilgisiz Müslümanları yanlış yerlere yönlendirirler. “Onlara, zahiren Müslüman gözüktükleri için İslam’ın hükümleri uygulanır, Müslüman muamelesi yapılır. Ama gerçekte onlar kalplerinde tasdik olmadığı için kâfirdirler.”“Birtakım sebeplerle, inançsız iken inançlı görünme olayı ‘nifak’, böyle davranmak ise münafıklıktır. Münafık, bir kapıdan İslam’a girmekte, diğer kapıdan çıkmaktadır”. Münafıklardaki nifak hali itikadi ve ameli olarak iki grupta toplanır. “İtikadi nifak: Kur’an’ı Kerim’de karakterize edilen, dünyada iken Müslüman muamelesi görüp, ahrette inançsızlığı ortaya çıkınca kâfirlerden daha kötü muameleye tabi tutulmasına sebep olacak nifak hali. Ameli nifak: Bazı tutum ve davranışlarıyla itikadi nifaka kısmen benzemekle beraber inançlarında açık bir nifakın söz konusu olmadığı Müslümanların durumu. Hadislerde de geçen münafık türü, ameli (ahlaki) yönden olan nifakı vurgulamaktadır.” “Münafık, dünyaya ait bir menfaatinden dolayı müslüman gözükür. Ama gerçekte kalbinde tasdik olmadığı için o kâfirdir. İnsanların inkâr bakımından en tehlikelisi münafıklardır.” Kâfir Sözlükte Kâfir:“K-F-R”nin mastarı “KÜFR”: Örtmek, perdelemek, kaplamak, uzak durmak, kaçınmak, isyan etmek gibi manalara gelir. “Kâfir” kelimesi ıstılahta “İman”ın zıddı olarak kullanılmıştır. “Kâfir” kelimesi Arapça olup “ K-F-R” den türemiş olup ismi faili olup:“ İslam’ı inkâr eden, nimete nankörlük eden, uzak kalan, kaçınan, örten kimse, Allah’ın verdiği nimetleri bilmezden gelen, inanmayan, iyilik bilmeyen, nankör …”gibi anlamlara gelmektedir. Kâfir, inkârcıdır ve nankördür. Hem Allah’tan gelen haberleri kabul etmez hem de Allah’ın kendisine verdiği nimetlere şükretmeyip nankörlük yapar. Kâfir, Allah’ın ayetlerine karşı inatçıdır. Peygamberler onları hakka davet ettikleri halde onlar, inkârlarına devam etmişlerdir. Birçoğu hakkı bildikleri halde reddetmişlerdir. Terim Olarak Kâfir:Dini literatürde “Kâfir”: “Hz. Peygamber’i Allah’tan getirdiği şeylerde yalanlayıp, onun getirdiği kesinlikle sabit olan dini esaslardan bir veya birkaçını inkâr eden kimsedir.” Yine kâfir: “İman edilmesi gereken şeylerden birisini veya hepsini kalben inkâr ve tekzip eden ve bunu dil ile de söyleyen kimse”dir. Asıl olan kalben inkâr ve yalanlamadır. Ancak mecburiyet olmadığı halde kendi isteği ile inanılması gereken şeylerden birini veya hepsini dili ile inkâr ve tekzip eden de kâfir olur.”Küfür, İman’ın zıddı olup kalple işlenen bir fiildir. Ancak kalbin bilmemesi demek değildir. İman kalple tasdik etmek olduğuna göre onun zıddı olan küfür de yalanlamak ve inkâr etmekten ibaret olan bir fiildir. Nitekim münafıklar sırf kalplerindeki yalanlama sebebiyle küfür cezası ile tehdit edilmişlerdir.” Şirk gibi en büyük küfürle beraber küfür çeşitleri çoktur. “Allah Teâlâ’yı yüceliğine uygun olmayan bir şekilde nitelemek, isim veya emirlerinden birisiyle alay etmek, hafife almak veya Allah’a noksanlık isnat etmek, peygamberlik müessesesini kökten kabul etmemek veya herhangi bir peygamberin nübüvvetini inkâr etmek, bir peygambere ilahlık isnat etmek, Kur’an-ı Kerim’in tamamını, bir süre, bir ayetini veya bir hükmünü, bir emir ve yasağını inkâr etmek, Kur’an’ın bir kısmını kabul edip bir kısmını reddetmek , helali haram haramı helal kabul etmek, Allah’ın rahmetinden ümit kesmek, Allah’ın azabından emin olmak, Allah’ın hükümleriyle alay etmek, Kur’an’a bir şey ilave etmek, iman esaslarından herhangi birisini inkâr etmek vs. hepsi küfürdür. Ayrıca Kur’an da kullanılan maksattan sapmak anlamına gelen ‘ilhad’, inkâr etmek anlamına gelen ‘cuhûd’, haktan ayrılmak ve hayâ perdesinin yırtılması anlamına gelen ‘fücur’, din yolunun dışına sapma anlamına gelen ‘fısk’ kelimeleri de zaman zaman küfür anlamında kullanılmıştır. Kısaca “Allah’ın emir ve yasaklarını, bütün İslami hükümlerini kabul ederek İslam’ı bir nizam olarak görmek imanın gereğidir. Bunlardan bir kısmını reddetmek veya İslam’ın çağımızda uygulanmasının mümkün olmadığını ileri sürüp bir hükmünü bile olsa reddeden kimseler kâfir olur.” Müşrik Sözlükte Müşrik:Kâfir kavramına en yakın kavramlardan biri de şirktir. Sözlükte ‘şirk’ kelimesi; riya, nifak, ortak olmak anlamlarına gelir. Alışverişte veya mirasta ortak olmak; iki veya daha fazla kişinin maddi veya manevi bir durumda ortak olması şeklinde de tanımlanmıştır. Şirk kelimesi Kur’an-ı Kerim’de bazı ayetlerde sözlük anlamında kullanılmıştır. Hz. Musa (a.s)’ın tebliği vazifesini ifa ederken kardeşi Harun (a.s)’ın kendisine yardımcı olmasını talep ederken “Ve onu işime ortak kıl” şeklinde ettiği duada kelime sözlük anlamında kullanılmıştır. Ragıb el-İsfehani, şirki büyük ve küçük şirk olarak ikiye ayırmış, ‘büyük şirki; Allah’ın yanında ona ortak ilahlar ihdas etmek; küçük şirki de bazı işlerde Allah rızasını terk ederek riya niyetiyle iş yapmak’ şeklinde tanımlamıştır. Sözlükte ‘ortak kabul etmek’ anlamına gelen şirk, terim olarak Allah’u Teala’nın tanrılığında, isim, sıfat ve fiillerinde, eşi, dengi ve ortağı bulunduğunu kabul etmek demektir. Terim Olarak Müşrik: Dini terim olarak müşrik; Allah’a zatında, sıfatlarında ve fiillerinde eş, ortak koşan, Allah’ın yanında başka ilahlar edinen kimse demektir. Müşrikler Allah’ın varlığını inkâr etmeyip O’ndan başka ilah olduğunu kabul ederler. Onlara da taparlar veya isimleri, sıfatları, irade ve otorite sahibi olması açısından Allah’a eşdeğer güç ve varlıklar tanırlar.” Dolayısıyla Allah’ı inkâr etmek, O’na şirk koşmak, Allah’ın oğlu olduğuna inanmak, O’nun sıfatlarından birini bilerek inkâr etmek kişiyi küfre götürür. Allah’a şirk küfrün en büyüğüdür. Şirk dışındaki günahları Allah’ın dilediği kimse için bağışlayacağı bir ayette şöyle ifade edilir: “Şüphesiz Allah, kendisine şirk koşulmasını asla bağışlamaz. Bunun dışındaki günahları dilediği kimseler için bağışlar. Kim Allah’a eş tutarsa, şüphesiz pek büyük bir günah ile iftira etmiş olur.” “Diğer yandan şirki bırakarak tevbe ve istiğfar eden, akidesini sağlamlaştıran kimsenin ise affedilebileceğinden şüphe yoktur. Çünkü böyle bir kimse artık mü’min sayılır.” Şirk, ortaklık demektir ve birlemek manasına gelen tevhidin zıddıdır. Müşrik, Kur’an dilinde iki ayrı anlama gelir. Biri açık (zahiri), diğeri de gerçek (hakiki)’tir. Açıktan müşrik, çok açık bir şekilde Allah’a ortak koşan, birden fazla ilahın olduğuna inanan kimsedir. Bu anlam açısından bakılırsa Hristiyan ve Yahudilere müşrik denmez. Gerçek müşrik, tevhit dini olan İslam’ı tanımayan bütün gayrı müslimlerdir. Çünkü Hristiyanlar; Hz. İsa’ya, Yahudiler; Hz. Üzeyr’e Allah’ın oğlu demektedirler. Onlar böyle inanmakla beraber bir Allah fikrini de kabul ederler. Onlar dışarıdan bakınca tek Allah inancını benimsiyor gibiyseler de aslında müşriktirler. Şirk, en büyük zulümdür, öyleyse müşrikler aynı zamanda zalimdirler. Onlar sıkışınca Allah’a dua eder, yalvarırlar, ama rahata ve refaha kavuşunca Allah’ın ayetlerinden yüz çevirirler. Putlarını yani Allah’a eş koştukları şeyleri çok severler, onlara candan bağlıdırlar. Onlar mü’minleri asla sevmezler, devamlı düşmanlık beslerler. Dünyaya aşırı bağlıdırlar. Yaptıkları işler sebebiyle Allah katında suçlu olmuşlardır. KUR’AN’A GÖRE MÜ’MİNLERİN ÖZELLİKLERİ Mü’minler, Allah’a İman Ederler: Yeryüzünde en şerefli varlık insandır. İnsanın da en şerefli yeri kalptir, kalbinde en şerefli meyvesi imandır. Allah’a iman, iman esaslarının ilki ve en önemlisidir. Zira Allah’a iman olmadan imanın diğer esaslarını kabul etmek faydasızdır. Allah’a inanmak, insan ile yaratıcısı arasındaki en şerefli bağı oluşturur. Bu bağ, kulun Rabbini tanıyıp bilmesi ve ona iman bilinciyle hareket etmesi sayesinde meydana gelir. Kâinatta kendisine karşı denk olabilecek hiçbir şey yoktur.Bütün ilahi dinlerde Allah’ın varlığı en önemli inanç esası olmuştur. Çünkü bütün inanç esasları Allah’a imana dayanmaktadır. Allah’a iman, Allah’ın var ve bir olduğuna, bütün üstünlük sıfatlarıyla nitelenmiş ve noksan sıfatlardan uzak ve yüce bulunduğuna inanmaktır. İslam dininin temelini oluşturan Allah’a iman, her mü’minin kesinlikle kabul ve tasdik ettiği bir gerçektir. Allah, zatında, sıfatlarında ve fiillerinde birdir. Eşi, benzeri ve ortağı yoktur. Allah’ın bir olması sayı yönünden bir olma değil, eşinin ve benzerinin olmaması yönünden bir olmadır. Kur’an-ı Kerim insanın dikkatini Allah (c.c)’ın bir olduğu konusuna ısrarla çeker. Böyle bir ısrarın sebebi ise insanın her an Rabbini birden fazla kabul edebileceği, O’na ortaklar koşabileceği tehlikesine karşı uyanık tutmak içindir. Allah’a iman eden kimse O’nun huzuruna çıkılacağının doğruluğuna inanır, O’nun emirlerini dinler, itaat eder, yasaklarından kaçınır. Farzları işlemekte kusur etmez, herhangi bir masiyete gömülmez. Çünkü böylesi bir hareket iman ile çatışır. Mü’minler, Meleklere İman Ederler: Meleklere iman, İslam dininin iman esaslarındandır. Allah (c.c) meleklerin varlığını Kur’an’da haber vermekte ve birçok ayette meleklerden bahsetmektedir. Kur’an-ı Kerim’de “Peygamber de, iman edenler de ona indirilene inandı. Hepsi de Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman etti...” ayetiyle meleklere iman, imanın esasları arasında yer almaktadır. Meleklerin varlığına iman, peygamberlere imanın olmazsa olmaz şartıdır. Allah ile insan arasında karşılıklı bir iletişim vardır. Allah’tan insanlara doğru olan bu ilişki meleklerle sağlanır. Allah Teala vahyi insanlara melekler aracılığıyla bildirir. Bu açıdan incelendiği zaman melek kelimesi ‘haberci, elçi’ anlamlarına gelmektedir. Bu iletişimi sağlayan, vahyi getiren melek de Cebrail (a.s)’dir. Melekler özellikleri ve görevleri bakımından diğer varlıklardan farklı olarak yaratılmışlardır. Melekler duyu organlarıyla algılanamayan varlıklardır.Çünkü insan gözü onları görebilecek özellikte yaratılmamıştır. Melekler nurani ve ruhani varlıklardır. Onların cismani vücutları olmayıp, latif ve duyularla hissedilmeyen varlıklardır. Onlar tabiat ötesi âlemin varlıkları olup onların hakikatlerini ancak Allah bilir. Melekler insandan farklı olarak Allah’a tam bir itaat halindedirler, emirlerini eksiksiz yerine getirirler. Allah’ın iradesi doğrultusunda hareket ederler, kendi istekleriyle bir şey yapamazlar. Melekler, insanlar gibi yemezler, içmezler, uyumazlar, erkeklik ve dişilikleri yoktur. Hayvani arzulardan uzaktırlar, nefsi istekleri bulunmaz, şehvet hissine sahip değillerdir, günah ve hata işlemezler. Onlar ayrı bir âlemde kendilerine özgü şartların yaratıklarıdır. Zatları itibariyle müstakil, kendi kendilerine yeten, insana benzeyen maddi hallerle kesinlikle nitelenmeyen varlıklardır. Melekler hakkındaki bilgilerimiz vahye ve Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in açıklamalarına dayanır. Meleklerin varlığına iman eden mü’minler, Allah’ın (c.c) yardımının her an kendileriyle beraber olduğunu bilirler. Çünkü Allah’ın görevlendirdiği melekler daima onlarla beraberdirler. Bu melekler insanları kötülükten korur ve ona hep iyi olanı telkin ederler. Söylediği ve yaptığı her şeyin kaydedildiğinin farkında olan insan kendisine çeki düzen verir, kendisini kontrol eder. Dolayısıyla meleklerin varlığı insanın bu konuda bilinçli olmasına, hareketlerini kontrol etmesine, günahlardan uzaklaşmasına ve hep iyiliğe yönelmesine vesile olur. Mü’minler, Kitaplara İman Ederler: Allah’ın inanılmasını emrettiği hususlardan birisi de kitaplara imandır. Allah Teala Kur’an’da her millete bir peygamber gönderdiğini, hiçbir milletin peygambersiz bırakılmadığını beyan etmektedir. Bu peygamberlerden kendisine kitap verilenler kendi kitaplarıyla amel etmişler, kitap verilmeyenler ise daha önce gönderilmiş kitaplara tabi olmuşlardır. İlahi kitap Allah’ın insanlığa talim ettiği hak dinin asıl rüknünü oluştur duğundan, kitaplara iman, iman esaslarından sayılmış, bu husus Kur’an’da açıkça beyan edilmiştir. Kitaplara iman iki şekildedir:. İcmali olarak bütün kitaplara inanmak.Tafsili olarak Kur’an’da zikredilen ilahi kitaplara ayrı ayrı inanmak ve her birinin Allah (c.c)’ın kelamı olduğunu kalp ile tasdik etmek. Dolayısıyla Allah (c.c)’ın insanlara Hz. Âdem (a.s)’den bu yana gönderdiği bütün kitaplar inanmak farzdır. Önceki kitaplara iman demek, onların hepsinin Allah’tan geldiğini, doğru olduğunu ve Kur’an’ın gönderilişindeki gayeyi kendi dönemlerinde gerçekleştirmek için gönderilmiş bulunduklarını kabul ve tasdik etmektir. Kur’an insan hayatına yön ve anlam verir. İnsan merak ettiği ve çözümünü aradığı birçok sorunun cevabını Kur’an’da bulabilmektedir. ‘Ben kimim, nereden geldim, nereye gidiyorum, dünyadaki hayatın gerçek amacı nedir’ gibi soruların doğru ve kesin cevapları da yine Kur’an’da mevcuttur. “Yüce Allah, Bakara süresinin ilk ayetlerinde Kur’an-ı Kerim’in üç özelliğini dile getirmektedir: - Bu kitap, ihtiva ettiği anlam, maksat, kıssa, ibret ve nakzedilmesi kabil olmayan yasamayla ilgili hükümleri ile kapsadığı her şeyde mükemmel ve eksiksiz bir kitaptır. - Dikkatle bakan ve gönlüyle ona kulak veren kimse için Allah’tan gelmiş olduğunda hiçbir şüphe yoktur. - Bu kitap, takva sahibi mü’minler için hidayet ve doğru yolun kaynağıdır. O takva sahipleri Allah’ın emirlerini yerine getirerek, yasaklarından sakınarak Allah’ın azabından korunan kimselerdir; dolayısıyla da bu kitaptan yararlanabilecek olanlar da onlardır.” Allah (c.c), Kur’an gibi bir rehberle insanı kendine yaklaştırır. Müslüman, Kur’an’ı okuduğunda Allah’la konuşmuş gibi olur. İnsanının dünya ve ahiret mutluluğunun kaynağı Kur’an’dır. Kur’an’daki bütün emir ve yasaklar insanın yücelmesi için konmuştur. Bunların her biri uygulandığında insanın bedeni ve ruhi ihtiyaçlarını giderdiği görülür. İnsan Kur’an’la; yüksek faziletlerin, imrenilen bir ahlakın, paha biçilmez ibadetlerin, en güzel temiz inançların sahibi olur. İnsan Kur’an’da kendini bulur, kendini okur. Gerek fert, gerekse toplum, tarih ve istikbal olarak Kur’an insanı okur ve anlatır. Mü’minler, Peygamberlere İman Ederler: Dinimiz İslam’da inanç esaslarından biri de Peygamberlere imandır. Bu inanç, Allah’ın insanlar arasından seçtiği kimseleri ve onların Allah’tan aldığı ve aktardığı bütün bilgilerin doğru ve gerçek olduğunu onaylamayı gerektirir. Allah Kur’an’da, aralarında hiçbir ayırım yapmadan bütün peygamberlere inanılması gerektiğini belirtmiştir. Peygamberlerin bir kısmına inanıp, bir kısmına inanmamayı, inkârcılık saymıştır. İnsanlık tarihi boyunca Allah insanı, desteksiz ve rehbersiz biçimde yalnız bırakmamış ve her topluluğa mutlaka peygamber göndermiştir. “İman parçalanma kabul etmez. Mü’minin Allah’ın vahiy olarak bildirdiği her şeye iman etmesi gerekir. Mü’minler Allah’ın bir, ehad, tek ve samed olduğuna, O’ndan başka ilah, O’nun dışında Rab olmadığına iman ederler. Bütün peygamberlere, resullere, semadan Allah’ın resullerine ve peygamberlerine indirilen kitaplara iman ederler, onları tasdik ederler. Peygamberlerden birini diğerinden ayırarak kimine iman edip kimini inkâr etmezler. Aksine onlara göre bütün peygamberler doğru söylemiştir ve iyilik getirmişlerdir. Doğru yoldadırlar, hidayet bulmuşlardır ve insanları hayır yollarına iletenlerdir.” Hz. Peygamber (s.a.v), tarihin insan anlayışı ve yaklaşımının en fazla bozulduğu bir dönemde gelmiş ve örnek yaşayışıyla etrafında bir insan halkası oluşturmuştur. Cahiliye dönemi insanları da bu sayede “Asr-ı saadet insanları” haline dönüşmüştür. Asr-ı Saadet denilen bu mutluluk çağı, insanların peygambere itaatleriyle mümkün olmuştur. Mü’minler din ve dünya ile ilgili her konuda Peygamberleri örnek alırlar. Onların Kur’an’da anlatılan kıssalarından dersler ve örnekler çıkarırlar. Allah’ın yardımının Peygamberlere ve onlara iman edenlere, gazabının da iman etmeyenlere ve peygamberlerle mücadele edenlere yönelik olduğunu bilirler. Bu bilinç içerisin de Hz. Peygamber’e benzemeye çalışırlar. Kötülükten, şerden, şeytandan ve şeytanın dostlarından uzak durmaya çalışırlar. Mü’minler, Ahirete İman Ederler: Ahiret kavramı “son, son olan ve sonrakiler” gibi anlamlara gelir. Terim olarak dünya hayatının son bulmasıyla başlayan, mahşerde yeniden dirilişle devam eden ve bundan sonra da ebediyen devam edecek olan hayat anlamına gelir. Ebedi hayat karşılığında da kullanılır. Ahiret gününe ‘kıyamet günü, hesap günü, diriliş günü, din günü, toplanma günü, ceza günü, ebedi âlem, gerçek hayat’ gibi isimler verilmiştir. Mü’minlerin temel vasıflarından biri de görmedikleri halde ahirete iman etmeleridir. Çünkü Allah, aynı zamanda ‘din günü’nün de (ahiret) sahibidir. Ve O, mü’minlerden söz ederken onların hem Allah’a hem de ahirete inandıklarını belirtmektedir. Ahiretin mevcudiyetine olan inanç, inanılması farz olan inanç esaslarındandır. Kur’an ayetlerinden anlaşılmaktadır ki, ahirete iman insanı, iyi ve doğru olmaya yönlendirmektedir.Ahirete inananlar inançlarının gereği, yanlış yaptıklarında cezalandırılacaklarını, doğru yaptıklarında ise bunun boşa giden bir davranış olmadığını bildikleri için iyi insan olma yolunda daha çok gayret sarf ederler. Kur’an’ın ahiret düşüncesi bu dünyadan uzakta kalan bir düşünce değildir. Tersine insanın ahiret hayatıyla bu dünya, yakından ilgilidir ve iç içedir. Çünkü ahiret mutluluğunun yolu bu dünya hayatından geçmektedir. Cennet ve cehennemin varlığı insan hayatında ahlaki yönde etkisini gösterir. Ahiret düşüncesi, insanın bu dünyadaki tüm davranışlarını etkiler. Ahirete iman, insanı iyilik yapmaya, kötülükten kaçınmaya ve sorumluluklarını gerçekleştirmeye teşvik eden itici bir güçtür. İnsanın Rabbi tarafından gözetim altında olduğunu bilmesi, davranışlarını kontrol etmesini sağlayacaktır. Yapılanların karşılığının olumlu veya olumsuz olarak görüleceği inancı, insanı bilinçli olarak davranmaya sevk edecektir. Çünkü ölüm düşüncesi insanoğlunun ruhuna çeki düzen veren bir güce sahiptir. Ahirete iman, İslam itikadının son halkasıdır. Bunun farkında olan mü’minlerin kalbinde adalete dayanan bir mesuliyet vardır. Bu mesuliyet mü’minin iç âleminde uyanıklığı sağlayarak onu günahlardan korur. Ahirette mü’mini koruyacak salih ameldir. Ahirete iman, mü’minin hayatında önemli yer edinir. Zira bunun bilincinde olan mü’min kimse çalışmasını geçici olan dünya hayatına değil de ebedi olan ahiret hayatına göre düzenler. Yaptığı hiçbir işte Allah’a şirk koşmaz, Allah’tan başkası için amel işlemez. Ahiret inancı insanın başıboş olmadığını, lüzumsuz yere yaratılmadığını, kendi heva ve hevesiyle baş başa bırakılmadığını insana öğretir. Mü’min mutlak bir adaletin kendisini beklediğinin şuurundadır. Mü’minler, Kadere ve Her Şeyin Allah’tan Olduğuna İman Ederler: İmanın temel unsurlarından biri de kadere, hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna inanmaktır. Kadere iman, Allah (c.c)’ın yarattığı bütün mevcudat için bir gaye, bir düzen, bir zaman ve mekân tayin ettiğine, hiç bir şeyi gayesiz, ölçüsüz ve başıboş yaratmadığına iman etmektir. Kader konusuna Kur’an’da birçok yerde değinilmiştir. yaratmışızdır. Kâinatta meydana gelen her şey Allah’ın dilemesi ve takdiri ile gerçekleşir. O’nun bilgisi ve takdiri dışında hiçbir şey gerçekleşmez. Her şeyin kaynağı ve miktarı (kaderi) Allah katındadır. Allah bunu dilediği şekilde, dilediği kadarını, dilediği yerlere veya kimselere ihsan eder. Kader, bir başka anlamda sünnetullahtır. Bu da hiçbir şekilde değiştirilemez. Kader, hiç kimsenin müdahale edemeyeceği kesin ölçülerdir. Bu konu tevhit inancı içerisinde işlenmiştir. Allah’ın her şeye kadir olması kaderin delilidir. İnsanların kendi iradeleri sonucu işledikleri amelleri kader olarak görmeleri, bilmeleri yanlıştır. İnsanların iradesine giren şeyler kaderin dışındadır. Onların meydana gelişi Allah’ın dilemesine bağlıdır. Kaza ve kadere iman eden bir mü’min, karşılaştığı her olayın tesadüf olmadığını, her şeyin Allah (c.c)’ın bilgisi dâhilinde olduğunu bilir. Eğer Allah bir şeyin olmasını takdir etmişse, onu engellemeye kimsenin gücünün yetmeyeceğini;bir şeyin de olmamasını takdir etmişse onun da kimsenin olduramayacağına inanır. Başına gelen nimetlere ve sıkıntılara razı olur. KUR’AN’A GÖRE AMEL AÇISINDAN MÜ’MİNLERİN ÖZELLİKLERİ Yüce kitabımız Kur’an da mü’minlerin ameli ve ahlaki vasıfları nelerdir, mü’minler hangi özellikleriyle Kur’an’ın gündeminde yer almışlardır? sorularına cevap mahiyetinde bir şeyler yazarak mü’minin şahsiyetini tanımaya çalışacağız. Mü’minler, Namazı Dosdoğru Kılarlar: Namaz, sözlükte; dua, hayırla dua, Müslümanların yaptıkları bazı hareketleride kapsayan bir ibadetin adıdır. Arapçası ‘salât’ olup, çoğulu ‘salâvat’tır. Namaz, tekbir ile başlayıp selam ile son bulan, belli fiil ve sözleri içine alan bir ibadettir. Allah’a karşı tesbih, ta’zim ve şükrün ifadesidir. Namaz imanın gerçek ölçüsü, dışa dönük fiili ve belgesidir.Namazın kılınması ahiret saadetine, terki de ahiret felaketine sebeptir.Namaz, dinin direği mü’minin miracıdır. Mü’minler günde beş vakit namaz kılmak suretiyle Allah’ı anarlar, O’na olan bağlılıklarını gösterirler ve bu sayede Allah’a yaklaşmış olurlar. Hakkı verilerek layıkıyla kılınan namazlar, sahipleri büyük günahlardan sakındıkları takdirde onların küçük günahlarına kefaret olurlar. Bu önemli bir müjdedir. Mü’minler günde beş defa eda ettikleri namaza hiçbir zaman ara vermezler. Namazın terkini küfür alameti sayarlar. Değil namazı terki, namaza tembel tembel kalkmayı bile münafıklık alameti olarak gördüklerinden onu hafife almazlar. Mü’minun süresinde bu husus şöyle ifade edilmiştir: “Onlar namazlarını korurlar.” Namazı muhafaza etmek; namazı dosdoğru kılmak, ilk vakitlerinde eda etmek için eli çabuk tutmak, rükû ve sucûdunu tam ve eksiksiz yapmak demektir. Mü’minler de namazlarını gösterişten uzak; şart, rükun, âdâb ve huşû ile en mükemmel şekilde eda ederler. Çünkü huşûsuz ve ayetlerinin üzerinde tefekkür etmeksizin okunan Kur’an-ı Kerim, Allah’a karşı haşyet duyulmaksızın kılınan bir namaz, ruhsuz ceset gibidir. Dolayısıyla hakkı verilerek kılınan bir namaz, mü’mini olgunlaştırır, onu kemale erdirir ve onu günahlardan korur. Mü’minler, Zekât Verirler: Zekât, sözlükte ‘artmak, üremek, bereket, özgü, temizlemek, kurtulmak ve bir şeyin özü’ anlamlarına gelir. Terim anlamı ise, yeterli zenginliğe ulaşmış olan müslümanların mallarının belli bir miktarını aradan bir yıl geçtikten sonra Allah’ın rızasını kazanmak için, ihtiyaç sahibi Müslümanlara vermesidir. Kur’an’da otuz iki yerde geçen zekât kelimesi, inanan insanın en önemli özelliğini oluşturur. Bu ayetlerde dikkat çeken bir husus, zekâtın namazla birlikte zikredilmesidir. “Namazı kılın, zekâtı verin. Rükû edenlerle beraber siz de rükû edin.” “Ki onlar zekâtlarını verirler.” Bu ayetin tefsirinde Taberi şöyle demiştir: “Mü’minin kurtuluşa erme şartlarından biri de zekâtını gereği gibi vermesidir. Burada ifade edilen zekâttan maksat, fakirin zenginin malı üzerindeki hakkıdır.” Zekât, zengin müslümanın eşyaya ve zenginliğe karşı duygularını şekillendirdiği gibi fakirin de zengine karşı düşüncelerini düzenler. Mü’mini bencillik duygusundan uzaklaştırır. Hak sahiplerine karşı görevlerini yerine getirmelerine vesile olur. Zekât ibadeti doğru ve düzenli bir biçimde yerine getirildiğinde iki temel fayda gerçekleşecektir. Bunlar insanın iç dünyasını temizlemeye yönelik faydalar ve toplumsal düzeni sağlamaya yönelik faydalardır. Bireysel yönden zekât, insanın mala karşı düşkünlüğünü ve cimriliğini temizler. Yardıma alıştırır. Kişi zekât vererek Allah’ın vermiş olduğu nimetlere karşı şükür görevini yerine getirir. Mal sahibini cimrilikten, ihtiyaç sahibini de sıkıntıdan kurtarır. Kişinin gönlünü zenginleştirir, ruhunu yüceltir. Malın bereketlenmesini sağlar. İnsanın karakterini diğer insanlar için fedakârlık yapacak bir şekle dönüştürür. Mü’minler, Oruç Tutarlar: İslam’ın dört temel ibadetinden ve beş temel esasından biri de oruçtur. Oruç, Farsçadan Türkçeye geçmiş bir isimdir. Kelimenin aslı ‘ruze’dir. Önceleri ‘oruze’ (günlük) olarak kullanılmış, daha sonra ‘oruç’ şeklinde telaffuz edilmeye başlanmış ve bu şekliyle yaygınlaşmıştır. Arapça karşılığı ‘savm’ veya ‘sıyam’dır. Savm kelimesinin lügat manası; yiyip içmekten kendini tutmak, imsak, hareketsiz kalmak, susmak, sabretmek ve her şeyden el çekmektir. Kur’an-ı Kerim’de bazen ‘susmak’ manasına kullanılmıştır. İslami terim olarak oruç; insanın fecrin doğmasından güneşin batımına kadar, oruçlu olduğunu bilerek ve buna niyetli olarak, orucu bozan şeylerden kendini tutmasıdır. Oruçlu iken cinsel zevklerden fikren bile uzak durulmazsa, orucun hiçbir ruhi değeri kalmaz. Ruh disiplini olan oruç, bir Allah’a itaat anlayışı içinde yerine getirilmelidir. Bununla beraber tıpkı namaz ibadetinde olduğu gibi, sağlık askeri eğitim, iradenin gelişmesi gibi konularla ilgili olarak orucun maddi yararları da vardır.” Oruç ruhu temizleyip arındırdığı gibi bedeni de sağlığına kavuşturur, ona kuvvet kazandırır. Bir yıl boyunca sürekli çalışan sindirim sistemi oruç tutmak suretiyle dinlenir. Vücut kendini yeniler. Zaman içerisinde vücutta meydana gelen yağ birikintileri ve zararlı maddeler eritilerek atılır. Oruç demek sabır demektir. Oruç tutmak kişinin iradesini güçlendirip sabrını artırır. Böyle bir disiplinden geçen Müslüman, hayatta karşılaşacağı olayların üstesinden kolayca gelir, zorluklarla karşılaşınca yıkılmaz. Oruçlu insan nefsin isteklerine boyun eğmez, zararlı alışkanlıklarla mücadele etme gücü kazanır. Mü’minler, Haccederler: Sözlükte; gelmek, ziyaret etmek, güvenmek anlamında bir mastar olan Hac, İslam’ın temel ibadetlerinden biridir. Arafat’ta belirli vakitte bir süre durmaktan, daha sonra Kâbe’yi kurallarına göre ziyaret etmekten ibaret olan ve İslam’ın şartlarından birini teşkil eden bir ibadettir. Hac, müslümanların dini görevlerinin üçüncüsüdür. Erkek veya kadın her yetişkine, ilahi iradenin içinde kendini yok etmenin büyük çabasını yerine getirmek üzere, ömründe bir kere, Mekke’ye gitmesi farzdır. Hac ibadeti sadece bir davranışın yerine getirilmesinden ibaret olmayıp ihram giymek, Arafat’ta ve Müzdelife’de vakfe yapmak, Kâbe’yi tavaf etmek, Safa ve Merve tepeleri arasında sa’y etmek, şeytan taşlamak ve kurban kesmekten meydana gelen bir ibadettir. Bir anlamda hac, ibadetler mecmuasıdır. Bütün ibadetlerde olduğu gibi hac ibadetinin de bireyin maddi ve manevi dünyasına sağladığı faydalar vardır. Hac, müslümanın öncelikle Allah’a sevgisini gösterme, malından ve canından fedakârlıkta bulunma ibadetidir. Müslüman, çeşitli sıkıntılara katlanarak bu fedakârlığı gerçekleştirir ve Allah’ın sevgisini kazanır, O’nun sevgisini kazanır. Ruhunu terbiye eder, değer verdiği faziletler uğruna sıkıntıya katlanmasını ve sabretmesini öğrenir. Müslüman, ihram elbisesini giyerek ölmeden önce ölmüşçesine kefene bürünür. Hac esnasında başka bir âleme dalar. Kâbe’yi tavaf ederken ilahi huzurda kabul gördüğünü ve Allah’ın huzurunda O’na yalvararak dönüp dolaştığını düşünür. Tavafın ardından İbrahim Makamı’nda iki rekât namaz kılar. Secdeye varır. Allah’a en yakın mesafeye ulaşmış olur. Kabul görmüşlüğün sevinci ve heyecanı içerisinde Safa ve Merve arasında gidip gelir. Haccın bireysel faydaları kadar sosyal faydaları da çoktur. Çünkü burada dünya Müslümanlarının kardeşliği çok parlak bir şekilde kendini gösterir: Irk, dil, bölge, hatta sınıf ayrımı olmaksızın, mü’minler mecburen oraya giderler. En kusursuz kardeşlik eşitliği içinde birbirlerine karışırlar, çölde beraber yaşarlar ve dini ödevlerini ortaklaşa yaparlar. Belli saatlerde yürünür, durulur, günlerce çadır altında veya açık havada gecelenir. Bütün bunlar, gündelik beş vakit namazdan da fazla olarak, mü’mini Allah’ın askerlerinin disiplinli hayatına alıştırır.Hac adeta dünya müslümanlarının yıllık kongre buluşmasıdır. Dünyanın dört bir tarafından gelen Müslümanların temsilcileri burada buluşurlar. Dünya Müslümanları ve kendi ülkeleri ile ilgili dini, ekonomik, siyasal ve toplumsal sorunları konuşurlar. Çözüm üretmeye, sıkıntıları aşmaya çalışırlar. Böylece hac, demokratik bir platforma, uluslararası bir meclise dönüşür. Mü’minler, Salih Amel Sahibidir: Mü’minin imanını koruyan salih ameldir. Zira salih amel, iyiliği emredip kötülükten sakındırmaktır. Cihaddır, malları ve canları Allah yolunda feda etmektir. Namazı kılıp zekâtı vermektir. Kısaca imanın kapladığı her eylemdir. Allah’a ve Resulüne iman etmiş, sonra hiçbir şüpheye düşmemiş, iyi ve kötü, hayır ve şerrin arasındaki farkı görmüş olan mü’minler, akl-ı selimin reddetmediği hayırlı işleri yaparlar. O hayırlı işler ki herkese faydası dokunur. Bunlar salih ameldir. Dinin emrettiği ibadetler, hayır yolunda malını feda etmek, muhtaç olanlara yardım etmek, verilen hükümlerde adaleti gözetmek, herhangi bir kimsenin zulme uğramasına mani olmak, iyiliği emretmek kötülükten nehyetmek, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye etmek gibi. Mü’minler, Allah İçin İnfak Ederler: “İnfak, kelime anlamı olarak nafaka verip geçindirme, besleme, Allah yolunda harcama anlamlarına gelir. Terim olarak ise gerek hısımlardan ve gerekse diğer insanlardan yoksul ve muhtaç olanlara para veya maişet yardımı yaparak onların geçimini sağlamak demektir. İslam hukukunda infakın kapsamı geniştir. Aile reisinin bakmakla yükümlü olduğu kimselere harcama yapmasını kapsadığı gibi, diğer muhtaç ve yoksullara yapılan zekât, sadaka ve benzeri yardımları da anlamı içine alır.” Mü’minler, her durum ve her vakitte sadakaların kendilerini hayra teşvik ettiği kimselerdir. Onlara bir kimsenin ihtiyaç içerisinde olduğu haberi geldiği zaman, onlar hemen bu ihtiyacı karşılamaya çalışır, onu geciktirmeden herhangi bir durum ve zamanla kayıtlamazlardı. İşte onlar, kıyamet gününde herhangi bir korkuya kapılmayacaklardır. iman kalbin işidir. Namaz kılmak bedenin işidir. “Kendilerine verdiğimiz rızıktan infak ederler” buyruğu ile kastedilen de malın payıdır.” İnfakın en faziletlisi ve en önde geleni kişinin muhtaç durumda bulunan yakınlara yapılan infaktır. “Sevdiğiniz şeylerden infak edinceye kadar asla iyiliğe eremezsiniz. Her ne infak ederseniz şüphesiz Allah onu bilir.” Allah Teala kitabını okuyan, kendisine inanan, kitaptakilerle amel edip namazını kılan, gece gündüz gizli açık meşru olan vakitlerde Allah’ın verdiği rızıklardan infak eden mü’min kullarının bitmez tükenmez bir ticaret umabileceklerini haber vermektedir.” “ Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, bir tanenin durumu gibidirki, yedi başak bitirmiş ve her başakta yüz tane var. Allah dilediğine daha da katlar. Allah’ın rahmeti geniştir. O, her şeyi bilir. Allah yolunda mallarını infak eden, sonra verdiklerinin arkasından başa kakmayı, gönül incitmeyi uygun görmeyen kimselerin Rableri yanında mükâfatları vardır. Onlara hiçbir korku yoktur ve onlar, üzülmeyeceklerdir.” Mü’minler bir taneyi bile küçük görmemeli, yok etmemeli ve Allah’tan hiçbir şeyi kıskanmamalıdırlar. Eğer bunu eken, elimde bir tanecik var, onu da toprağa atsam bu da gidecek diye düşünse ne kazanır? Hiç değil mi? Öyle ise Allah’ın hikmet düzenine dikkat etmeli, harcayacakları şeyleri Allah yolunda harcamalı ve bundan çekinmemelidir. Allah yolunda harcamanın sevabı ve feyzi bu kadar yüksektir. Ancak her infaka da bu sevap verilmez. Çünkü asıl neden tohumun, infakın kendisinde değil, Allah’tandır. Bunun için mallarını Allah yolunda harcayıp infak edenler sonra da harcamalarına ne başa kakma, ne eziyet takıştırmayanlar, gururlanmayanlar, tiksindirmeyenlerdir ki, Allah yanında ancak onların sevapları vardır. Ve yalnız Allah’tan korkup ve ancak O’ndan sevap beklediklerinden dolayı bunlara ne başka bir korku gelir ne de üzülürler. Bir zarar yerine kat kat mükâfat alırlar.” Mü’minler, Allah Yolunda Hicret Ederler: “Hicret, bir yerden başka bir yere göç etmektir. Yeryüzü iman-küfür mücadelesinin alanıdır. Bu mücadelede kimi zaman iman, bazen de küfür egemen olmuştur. İslam’ın ve küfrün egemenliği ya da şeytana zaman zaman fırsat verilmesi insanın ve yeryüzünün kanunu hükmündedir. Dolayısıyla mü’minler İslam’ın egemen olmadığı toplumlarda yaşama durumunda kalabilirler. Bundan dolayı hicret zaman zaman gündeme gelebilir. Hicret dönemi asla kapanmaz. Hicretin tarihi belirli bir dönemle sınırlanamaz. Hicret, süreklilik arz eder ve kıyamete kadar kaimdir.” Batıl sistemler, inançlarını yaşamak isteyen mü’minlere zorluklar çıkarıp hayatı onlara dar ederler. İnançlarını yaşamalarına müsaade etmeyip onlara birtakım yaptırımlar uygularlar. Böylece onları sindirip hedefledikleri duruma getirmeye çalışırlar. Ancak Allah’a ve Resulüne iman etmiş, Allah’tan başka hiç kimseden korkmayan mü’minler, bu engellemeleri iyileştirmeye çalışırlar. Bunu bazen başarırlar. Başaramadıkları zaman da ise inançlarını rahatça yaşayabilecekleri yerlere hicret ederler. Sırf inançlarından dolayı zulme uğramış bu mü’minler için Allah Teala şöyle buyurmaktadır: “ Zulmedildikten sonra Allah yolunda hicret eden kimseleri, andolsun ki dünyada güzel bir yere yerleştiririz. Âhiret mükâfatı ise daha büyüktür. Şayet bilselerdi. Onlar sabreden ve yalnız Rablerine tevekkül edenlerdir.” İmam Taberi bu ayeti şöyle tefsir etmiştir: “Kendilerine zorluk ve musibetler geldikten sonra Allah yolunda yurtlarını ve vatanlarını bırakıp göçenleri, onları dünyada razı olup beğenecekleri güzel bir meskene yerleştiririz. Hicretlerine karşılık Allah’ın ahirette vereceği sevap ve mükâfat, elbette ki dünyadaki mükâfattan daha büyüktür. Hicretin mükâfatı, nimetleri asla kesintiye uğramayan, aksine devamlı olan cennettir.” İşte mü’minler, Allah’ın dinini daha rahat yaşayabilmek, iyiyi, güzeli, doğruyu, adaleti ve hakkı yeryüzüne hâkim kılabilmek için her şeyi göze alarak yurtlarını terk edebilirler. Mallarını, bahçelerini ve ailelerini geride bırakıp ilahi nizamı en iyi şekilde yaşayabilmek ve yeryüzüne hâkim kılabilmek için hicret edebilirler. Allah Teala hicret edenlerin, yurtlarından çıkarılanların, kendi yolunda işkenceye, hakarete ve zulme uğrayanların, muharebe edenlerin ve öldürülenlerin suçlarını örteceğini ve onları cennetlere koyacağını vaat etmiştir. Mü’minler, Geceleri İbadet Ederler: Gece ibadeti daha çok gece namazı veya teheccüd namazı olarak bilinmektedir. Bu namaz Resulullah tarafından Müslümanlara özendirilmiştir. En sahih rivayetlere göre gecenin ikinci yarısında uykudan kalkarak on iki rekât olarak kılınan nafile namazdır. Bu namaz Hz. Peygamber (s.a.v.)’in terk etmediği bir namazdır. Müslümanlara farz olmasa dahi kılınması tavsiye ve teşvik edilen, sevabı ve fazileti bol bir namazdır. İşte mü’minler, gece yataklarında rahat rahat uyumazlar, cehennem azabından uzak olmak için rahat uykularından uyanıp Allah’a ibadet ederler. Bedenleri ve ruhları ile Rablerine yönelip herkesin uyuduğu bir vakitte namaz kılarlar, tövbe ve istiğfarda bulunup Allah’ı zikrederler. KUR’AN’A GÖRE AHLAK AÇISINDAN MÜ’MİNLERİN ÖZELLİKLERİ Mü’minler; İyiliği Emreder, Kötülükten Sakındırırlar: İyiliği emredip kötülükten sakındırmanın Kur’an’daki karşılığı ‘emr-i bi’l ma’ruf nehyi ani’l münker’dir. Ma’ruf; dinin emrettiği, Kur’an ve Sünnet’e uygun düşen şeydir. Münker ise; dinin yasakladığı, Allah’ın razı olmadığı, haram ve günah olan şeydir. Kur’an-ı Kerim’de “Sizden hayra çağıran, iyiliği emreden, kötülükten vazgeçirmeye çalışan bir ümmet bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır” buyrulmaktadır. Bu ayetle Yüce Allah, bütün ümmete iyiliği emretmeyi kötülükten sakındırmayı vacip kılmıştır. Her mükellefe ister eli, ister dili, ister kalbiyle olsun iyiliği emredip kötülükten nehyetmesi vaciptir. Yine bu ayet üç mükellefiyeti ihtiva eder: - Hayra davet: Allah’ın zatını ve sıfatlarını bildirip O’nun mümkün varlıklara benzemekten münezzeh olduğuna inanmaya davettir. - İyiyi emir: Uygun olan şeyi yapmaya teşviktir ki bu emr-i ma’ruftur. - Uygun olmayanı bırakmaya teşviktir ki bu da nehy-i münkerdir.” Mü’minler dünyadaki en hayırlı toplumdur. İyiliği emreden, kötülükten alıkoyan en güzel ahlakla yetişmiş bir toplumdur. Müslümanların her biri bir anlamda kendi ailesi için bir çobandır. Öncelikle kendi eşleri ve çocuklarına iyiliği emrederler, onları kötülüklerden koruyup sakındırırlar. Müslümanlar bu prensibe her yerde uyarlar. Normal hayatta da bir kötülük gördükleri zaman güçleri miktarınca onu düzeltmeye çalışırlar. Emr-i bi’l ma’ruf yapan mü’minlerle ilgili olarak Allah Teala şöyle buyurmuştur: “Onlar Allah’a ve ahiret gününe inanırlar. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar. Hayırlara koşuşurlar. İşte onlar salihlerdendir.” Toplumda iyilikleri emredip kötülüklerle mücadele etmek zor bir görevdir. Kötülükler kolayca silip atılamaz. Uzun ve yorucu mücadeleler gerektirir. Mü’minler bu görevleri yerine getirirken çeşitli sıkıntılarla karşılaşır. Bu süreçte sabretmek çok önemlidir. “Yavrum! Namazı dosdoğru kıl. İyiliği emret, kötülükten alıkoy. Başına gelen musibetlere karşı sabırlı ol. Çünkü bunlar azmedilmesi gereken işlerdendir.” Mü’minler, Allah’tan Hakkıyla Korkarlar: Allah Teala, kâinatın ve kâinattaki tüm varlıkların yaratıcısı, koruyucusu ve idare edicisidir. En yüce varlık O’dur. Bütün kemal sıfatları şahsında barındıran ve her türlü noksan sıfatlardan münezzeh bulunan gerçek Ma’bud’dur. O’ndan başka ilah yoktur. Dirilten, öldüren, can verip yaşatan, besleyen, koruyan idare eden O’dur. O, doğmamış ve doğrulmamıştır. Hiç kimseye muhtaç değildir. Aksine canlı cansız, melek, şeytan, cin vs. tüm varlıklar varlıklarını devam ettirebilmek için O’na muhtaçtırlar. Güç, şeref, izzet, kuvvet ve hamd O’na aittir. Allah’ı yazmak, tanıtmak buralara sığacak bir konu değildir. Her şeyin sahibi, maliki ve rabbi olan Yüce Allah, mü’minlerin kalbinde en çok yer edinen, sevilen ve zikredilen tek varlıktır. İnananlar Rablerini her şeyden çok severler, O’na hakkıyla iman ederler. O’ndan korkup sakınırlar. Allah’ın çizdiği hudutlara riayet ederler, onları çiğnemezler. O’nun emrettiklerini yapar, yasakladıklarından da kaçınırlar. Mü’minler Allah’ın farzlarını yerine getirirler. O’ndan başkasından medet ummazlar. Gerçek mü’minler Allah’ın adı anıldığı zaman kalpleri ürperen, yani korkan, Allah’ın emirlerini yerine getiren, yasaklarını terk edenlerdir. Helal ve haram sınırlarına dikkat eden ve Allah’tan sakınılması gerektiği gibi sakınan mü’minler hakkında Allah Celle Celaluhu şöyle buyurmaktadır:“Onlar ki Allah anıldığı zaman kalpleri titrer. Başlarına gelenlere sabreder, namaz kılar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan infak ederler.” Mü’minlerin hepsi tek ve ortağı olmayan Allah’a ibadet ederler. Dini ve ibadeti yalnızca O’na tahsis edip, O’nun hükmüne ve taatına teslim ederler. Onların kalpleri Allah’tan korkar. Gizli ve açık günah işlemekten kaçınırlar. Kendileri Allah’ı görmeseler dahi O’nun kendilerini gördüğünü iyi bilirler. Harama el uzatmazlar. Bir günah işlediklerinde hatalarında ısrar etmez hemen tövbe edip Allah’a yönelirler. Başlarına bir musibet geldiği zaman sabrederler. Allah’ın üzerlerine farz kıldığı namazı kılar, kendilerine vermiş olduğu temiz rızıktan ailelerine, akrabalarına, fakirlere ve yoksullara harcamada bulunurlar. Allah’ın sınırlarına riayet etmekle beraber, yaratıklarına iyilik ederler. Ve Allah’tan korkulması gerektiği gibi korkarlar. İşte kurtuluşa erenler onlardır. Mü’minler, Hayâ Sahibi Olup İffetlerini Korurlar: Kur’an da zikredilen mü’minlerin vasıflarından biri de iffetlerini korumalarıdır. Hayâ, sözlükte; nefsi çirkin şeylerden alıkoymak ve onları terk etmektir. “Edeb, mahcubiyet, utanmak; ar ve namus; nefsin çirkin şeylerden sıkılması ve bunun için çirkin şeyleri terk etmesidir. Hoş ve güzel olmayan bir olayın ortaya çıkmasından kalpte meydana gelen bir incelik ve ızdıraptır. Türkçe karşılığı olarak ar ve utanma duygusu kullanılmaktadır.İffet de sözlükte ‘kötü iş sözden uzaklaşma, şehevi hisleri dini emirlerin çerçevesinde muhafaza etme halidir.’ Yani iffet, insanın başta cinsel arzuları olmak üzere, bütün isteklerini kontrol altında tutması, bu konularda her türlü aşırılıktan kaçmasıdır. Allah (c.c) insanları bazı duygularla birlikte yaratmıştır. Bu duygulardan biride karşı cinse duyulan istektir. İnsan bu duygusunu, yok ederek değil, onu meşru yollarla tatmin ederek giderebilir. Bunun için Allah Teala, Müslümanlardan evlenmelerini istemiştir. Evlilik dışı her türlü birleşmeyi yasaklamıştır. Dinimiz her türlü çıplaklığı, kötülüğü, fuhşiyatı ve bunlara götüren yolları yasaklamıştır. Kadınların da erkeklerinde birbirlerine arzuyla ve şehvetle bakmalarını haram kılmıştır. Açıklığı, arzulu bakışmaları, kadın ve erkeğin yalnız başına kalmalarını vesaire zinaya götüren tüm yolları kapatmış ve haram kılmıştır. İnsanların hayâsız olmalarını şeytan istemektedir. Allah’tan ve insanlardan utanmayan, şeytanın isteklerine boyun eğer. Hayâsızlığın ve ahlaksızlığın yerleştiği toplumlarda yaşamak sıkıntı haline gelir. Bu toplumlarda iffetli olmak zordur. İnsan, çevresindekilerin şerrinden bile emin olamaz. Toplumun en önemli kurumu ailedir. Ailenin oluşumu ve sürekliliği insanların iffetli olmalarına bağlıdır. İffeti korumak, müslümanın ruhunu ve nefsini her türlü kötülüklerden koruduğu gibi, aileyi ve toplumu da kötülüklerden korur. Bir toplumda hayâsızlık ve iffetsizlik artarsa orada çöküş başlar. İnsanlar, aileler ve toplumlar ancak iffetli bir hayat sürdürürlerse ahlaksızlık felaketinden emin olabilirler. Mü’minler, Cömerttirler: Cömert kelimesinin aslı, Farsça ‘cevan-merd’ kelimesidir. Kavram olarak İslam ahlakında ‘seha, sehavet ve cûd’ gibi kavramlarla ifade edilmektedir. Kur’an’da geçen ‘infak, isâr, ita, it’am, ihsan, ikram, bezi’ gibi kelimelerle, cömertliğin üzerinde durulmuş ve cömertlik teşvik edilmiştir. Cömertlik, insanın sahip olduğu imkânlardan muhtaçlara meşru ölçüler içerisinde, sırf Allah rızası için ihsan ve yardımda bulunmasını sağlayan üstün bir ahlak kuralıdır. Malı sımsıkı elinde tutma olan cimrilik ile malı saçıp savurma olan israfın ortasıdır. Harcamalardaki bu iki aşırılığın ortası ve dengesidir. Kur’an-ı Kerim’de cömertlik Yüce Allah’ın sıfatları arasında geçmekte (Kerim), O’nun ikram sahibi olduğu belirtilmektedir. Yine Kur’an-ı Kerim’de, cömertliğin tezahürlerinden olan yardımın, kendi canı çekmesine rağmen, karşılık beklemeden, gösteriş yapmadan, kimseyi incitmeden, başa kakmadan, sahibinin yanında değer taşıyan maldan yapılması istenmiştir. Malını mülkünü, herhangi bir karşılık beklemeden, sadece Allah’ın rızasını kazanmak için harcayan kimseler, Kur’an’da övülmüştür. “Onlar seve seve yiyeceği yoksula, yetime ve esire yedirirler. (Yedirdikleri kimselere şöyle derler) ‘Biz size sırf Allah rızası için yediriyoruz. Sizden bir karşılık ve teşekkür beklemiyoruz.” Bu ayette övülen kişiler; yemeği, kendi ihtiyaçları ve istekleri olmasına rağmen ihtiyaç sahiplerine yedirirler. Yaptıkları yardımları istemeye istemeye değil, gönülden ve severek yerine getirirler. Cömertlik ruhun bir melekesidir. Bu melekeye sahip olanlar bireysel ve toplumsal alanda her şeye yardım eder. Hiç kimsenin zorlaması olmadan ihsanda bulunmayı isterler. Rızkın Allah’a ait olduğu bilincini taşıdıklarından ellerinde bulunanlardan cimrilik etmezler. Kendi varlıklarıyla başkalarına faydalı olmaya çalışırlar. Mü’minler sahip oldukları malların gerçek sahibinin Allah olduğunu bilirler. Dünyaya aşırı sevgi gösterip dünya malına tamah etmezler. Dünyanın geçici olduğunu bildiklerinden sahip oldukları mallardan gizli açık hayır yoluna harcarlar. Allah için verilen bir malı Allah’a verilen güzel bir borç olarak kabul ederler. Allah iyiliğin, cömertliğini karşılığını kat kat verecektir. Kalpler cömertlik sayesinde temizlenir. “Temizlenmek için malını hayra veren, en muttaki (Allah’a karşı gelmekten en çok sakınan) kimse o ateşten uzak tutulacaktır.” Dolayısıyla şeytanın vesveselerine aldırmamak, dünyaya bağlanmamak, hayır işleyerek kalplerini temizlemek isteyen mü’minler, fakirlik korkusunu düşünmeden sadaka verirler, infak ederler ve az çok demeden hayırda yarışırlar. Bu konuda ölümün çok yakın olduğunu düşünerek geç davranmazlar. “Herhangi birinize ölüm gelip de ‘Ey Rabbim! Beni yakın bir zamana kadar geciktirsen de sadaka verip iyilerden olsam’ demeden önce, size rızık olarak verdiğimiz şeylerden harcayın.” Mü’minler, Güvenilir Kimselerdir: Türkçe’ye ‘güvenilir olmak’ diye çevrilen ifadenin aslı, emanete riayet etmektir. Güvenilir olan, kendisine güvenilen kimseye ‘emin’ denir. ‘Emin’, sözlükte; ‘kendisine güvenilen, kimseye hıyanet etmeyen, sözünde duran, kimseden korkmayan kimse’ anlamına gelir. Emanet, insanın güvenilir olması, bir şeyin insana güven duyularak ve huzur içinde teslim edilmesi ve aynı şartlarda geri alınmasıdır. “Emanet, yapılmaması hıyanet sayılan her şeyi içine alır. İnsana güvenilip havale edilen bütün ibadetler emanettir. İnsanın söz veya fiil olarak üstlendiği her şey emanet sayılır. Dolayısıyla onlara riayet etmek gerekir. Emanet olarak bırakılan şeyler, anlaşmalar ve ikisiyle ilgili hususlar gibi. İnsanın emanetleri gözetmesi, onlara gasp ve benzeri yollarla hainlik etmemesi emanete dâhildir. Emanetin zıddı ihanettir.Emanet, insandaki güvenilirlik ve dürüstlük hali iken; ihanet, hainlik ve ikiyüzlülük halidir. Emanete riayet etmek güvenilir olmanın önemli bir şartıdır. Mü’min, verdiği sözleri yerine getirmesiyle ve kendisine bırakılan emanetleri en güzel şekilde korumasıyla bu güvenilirliği yerine getirir. Zaten mü’min, güvenilir kişi demektir. Güvenilir olmak, peygamberlerde bulunması gereken zorunlu sıfatlardan biridir. Güvenilir olmayan birisinin peygamber olması düşünülemez. Mü’minin en büyük sorumluluğu, kendisini yaratan ve kendisine sayısız nimetler veren Allah’a karşı sorumluluğudur. Birincisi, müslümanın Allah (c.c)’ın hükümlerini ve kanunlarını uygulamakla ilgili, O’na karşı yerine getirmesi gereken sorumluluktur. İkincisi, verilen emanetlerin ve üstlenilen görevlerin yükümlülüklerinin yerine getirilmesiyle ilgili sorumluluktur. Üçüncüsü ise, kendine karşı olan, organlarını gereği gibi kullanarak yerine getirmesi gereken bir sorumluluktur.” Bu ayette emanet ve adaletin birlikte zikredilmesi, yetkilerin ve görevlerin sorumluluğunun yerine getirilmesini açıklamaktadır. Mü’minler, kendilerine korunma amacıyla geçici olarak bırakılan eşyaları da korurlar. Onlara herhangi bir zararın gelmesine izin vermezler. Mü’minler, Ahde Vefa Gösterirler: Kur’an-ı Kerim’de mü’minlerin zikredilen özelliklerinden biri de verdikleri sözde durmaları ve yaptıkları anlaşmalara sadık kalmalarıdır. Ahde vefa bir ahlak kaidesidir. Bu kaideye uyan, Allah’a verdiği ahde riayet eden kimseyi Allah sever. Fakat Allah’a verdikleri sözleri az bir değer karşılığında bozanların ise ahirette hiçbir nasibi yoktur. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in arkadaşları Allah’a ve Resulüne verdikleri sözlere bağlı kalmışlardır. Akabe biatında Efendimiz’e biat eden Medineli Müslümanlar sözlerinde durmuşlar, muhacirleri kabul edip her şeylerini onlarla paylaşmışlar, Peygamber Efendimiz’i düşmanlarına karşı koruyup İslam’a en büyük hizmetleri vermişlerdir. Muhacir ve Ensar bu konuda en iyi örnektir. Rıdvan biatında da bu ahitlerini tazelemişler, daha güçlü bir bağla Hz. Peygamber’e bağlanmışlardı. Savaşlarda, sıkıntılı ve zor günlerde sabretmişler ve sözlerini yerine getirmişlerdir. “İşte gerçek mü’minler ahitlerini değiştirmemişler, ahde vefa yerine onu çiğneme yoluna gitmemişlerdir. Aksine Allah’a verdikleri sözde sebat edip direnmişlerdir. “Evlerimiz düşmana açıktır. Hâlbuki evleri açık değildi. Onlar sadece kaçmak istiyorlardı” diyen Yahudiler gibi yapıp ahitlerini bozmamışlardır. Hâlbuki Allah Teala onlardan geri düşmemek üzere ahit almıştı.” Mü’minler, Boş Şeylerden Yüz Çevirirler: Kur’an-ı Kerim’de ‘boş şeyler’ ifadesinin karşılığı ‘lağv’ kelimesidir. Lağv, sözlükte ‘hatalı söz söylemek, konuşmak, hükmü geçersiz kılmak, boş ve faydasız konuşmak, saçmalamak, kaybetmek, boşa çıkmak’ gibi anlamlara gelmektedir. Lağv, ‘çirkin, yalanla karışık söz, boş ve lüzumsuz söz’ demektir. Kur’an’da mü’minlerin özellikleri zikredilirken, onların faydasız işlerden ve boş sözlerden uzak durduklarından bahsedilmektedir. ‘Onlar boş sözlerden (batıldan) yüz çevirirler’ buyrulmaktadır. Ayette geçen faydasız işler ve boş sözlerle, her türlü haram ve mekruh işler, insanın yapmak zorunda olmadığı mübah işler ve özellikle de konuşmadaki günahlar kastedilmektedir. Bu, bazılarının söylediği gibi şirki, bazılarının da söylediği gibi günahları ya da kendisinde hiçbir fayda olmayan söz ve fiilleri içine alır. Mü’minler sadece boş şeylerden değil, her şeyin boşundan yüz çevirirler. Lüzumsuz işlerle uğraşmaz, zamanlarını onunla öldürmezler. Mü’minler ancak kendilerine, yakınlarına ve topluma faydalı olacak işlerle uğraşırlar. İnançları gereği üzerlerine düşeni yaparlar. Nefis tezkiyesi, vicdanlarını arıtma, kalplerini temizleme, zorluklara sabır, iyiliği emretme kötülükten sakındırma, toplumun ve cemiyetin huzura erebilmesi için üzerlerine düşen tüm görevleri yerine getirmekten kaçınmazlar. Mü’minler bunlarla uğraşırken onların boş şeylere, gereksiz eğlenceye, lüzumsuz oyunlara ayıracakları zamanları yoktur. Çünkü onlar boş vaktin ne kadar önemli olduğunu, öldükten sonra zamanlarını nereye harcadıklarından, ömürlerin nerede tükettiklerinden sorguya çekileceklerini bilirler. Onlar için vakit nakittir. Onlar elbette dinlenmeye, istirahat etmeye zaman ayırırlar ama zamanlarını boşa öldüren şeylerle uğraşmazlar. Mü’minler, amacı ve hedefi olan kişilerdir. Onlar bu dünyaya kısa bir süre için imtihan maksadıyla gönderildiklerini bilirler. Asıl hayat, ölümden sonra başlayacak olan hayattır. Bundan dolayı dünyada iken kendileri için ebedi hayatta fayda sağlayacak işler yaparlar. Boş ve gereksiz sözlerin konuşulduğu ortamlardan uzak dururlar. Mü’minler, İhtiyaç Sahiplerine Yardım Ederler: İhtiyaç sahipleri; fakirler, yoksullar, yetimler, muhtaçlar ve dilenenlerdir. Yolculuk halinde olan, yolda kalanlar da yerine göre muhtaçtırlar. Mü’minler, Allah’ın kendilerine verdiği maldan, ihtiyaç sahiplerinin hakkının olduğunun şuurundadırlar. Zekât, sadaka ve diğer hayır yollarıyla muhtaçlara yardım ederler. Rızkın sahibi Allah’tır. Allah dilediğine rızkı bol verirken dilediğine az verir. Rızkı bol verdiği kimselerden mallarından ihtiyaç sahiplerini gözetmelerini ister. Başkalarına yardım edecek imkâna sahip mü’minler, fakir fukaranın hakkını gözetir, onlara yardım ederler. Önderimiz ve rehberimiz olan Peygamber Efendimiz (s.a.v) de akrabalarının hakkını gözetir, ailesiyle ilgilenir, geçimini helal yoldan kazanır, yetimleri korur, muhtaçlara, zayıf ve güçsüzlere yardımda bulunur, misafire ikram eder, herkesle iyi geçinirdi. Mü’minler, sevdikleri şeyleri Allah için vermekten kaçınmazlar. Nefislerinin isteklerini bir kenara bırakıp yoksula, fakire, yetime yedirirler. Yakınlarından sadaka verilmesi gerekenlere yardım ederler. Onlar sadece zekât vermekle yetinmezler. Sadaka, infak, bağış gibi hayırları işlerler. Tüm bunları yalnızca Allah’ın rızasını gözeterek yaparlar. Bunun karşılığında kimseden bir karşılık beklemezler. Mü’minler, Öfkelerine Hâkim Olup Affedicidirler: Mü’minlerin özelliklerinden biri de öfkelerine hâkim ve affedici olmalarıdır. Sözlükte; ‘suç, kusur, kabahat, hata ve günahı bağışlamak, yapılan suçtan dolayı cezalandırmamak, suç işleyeni kınamamak’ gibi anlamlara gelen affetmek; terim olarak; ‘kötülük veya haksızlık edeni, suç veya günah işleyeni bağışlama, cezalandırmaktan vazgeçme’ anlamlarında kullanılmaktadır. Affetmek (Afüvv), Allah’ın güzel isimlerinden biridir. “Şüphesiz Allah, çok affedicidir, çok bağışlayıcıdır.” Yüce Allah’ın sıfatlarından olan affetmek, mü’minlerin de en önemli özelliğidir. Allah insanları affettiği gibi, mü’minler de birbirlerini affetmesini bilmelidirler. Diğer insanlara karşı kin ve nefret duygusu beslemek mü’min kişinin benimseyeceği bir davranış değildir. Zira Hz. Peygamber (s.a.v.), Mekke’de kendisine eziyet edenleri, Bedir, Uhud ve Hendek savaşlarında kendisine karşı savaşıp İslam’ı yok etmek isteyenleri bile sonradan İslam’a girdikleri zaman affetmiştir. Yüce Allah: “Güzel söz söylemek ve affetmek, peşinden eziyet gelen bir sadakadan daha hayırlıdır. Allah Gani’dir (hiçbir şeye muhtaç değildir), Halim’dir (Yarattıklarına karşı yumuşak davranandır)” buyurarak affetmenin üstünlüğünü bildirmektedir. Bir mü’minin mağdur olmasına rağmen affetmeyi tercih etmesinin takvaya daha yakın olduğunu Yüce Allah bildirmektedir. Böylece affetmek İslam kardeşliğinin bir gereği olduğu gibi Müslümanlar arasında da minnet duygusunun gelişmesine ve mü’minlerin birbirlerine şükran duygularıyla yaklaşmalarına zemin hazırlayacaktır. Dolayısıyla mü’minler kendilerine yapılan kötülüklere iyilikle karşılık verirler. İnsanların kusurlarını affederler. Mü’minlerin alçakgönüllü oluşları ve cahillerle muhatap olmayışları hakkındaki şu ayet de konunun önemi açısından değerlidir. “O Rahman’ın kulları, yeryüzünde alçakgönüllü olarak yürürler ve cahiller kendileriyle muhatap oldukları zaman ‘selam’ derler.” Bu ayet için Razi, şöyle demiştir: “Onlar cahillere, beyinsizlere ‘biz de size uyup sizin gibi cahillik yapmayız. Sizin yaptığınıza karşılık size selam verir, size bulaşmayız’ derler. Beyinsizlerin yaptıklarına göz yumar, onlara aynıyla mukabelede bulunmazlar. Bu hem ırz ve namusun selametinin hem de takvanın sebebidir.” Bunun bilincinde olan müslümanlar; öfke, kızgınlık, hiddet ve gazap anlarında şeytandan Allah’a sığınırlar. Öfkelerini giderecek davranışlarda bulunurlar. İradelerini sağlam tutup, nefislerine hâkim olurlar. Çünkü öfke; güç ve kuvvetin değil, zayıflığın alametidir. Öfkenin sonu hüsrandır. Mü’minler işlerini öfke ile değil, sabır ve yumuşaklıkla hallederler. Onlar sadece kâfirlere karşı hiddetli ve şiddetlidirler. Birbirlerine karşı ise yumuşak ve güven doludurlar. “Sen af yolunu tut, iyiliği emret, cahillerden yüz çevir.” Mü’minler, Doğru Sözlüdürler: İslam’ın özünün oluşturan kavramlardan biri de doğruluktur. Kur’an’da doğrulukla ilgili olarak ‘sıdk’, ‘istikamet’ ve ‘hidayet’ gibi çeşitli kavramlarla aynı manada kullanılan doğruluk, ahlaki vasıfların tümünü kendisinde toplar. İslam ahlakının en temel unsurlarından biri olan doğruluk; insanın içi ile dışının, özüyle sözünün bir olmasıdır. “Dürüst insan kişisel bütünlük içindedir.” “Doğru sözlülük, kişinin özünün, düşüncesinin, sözünün ve davranışının tutarlı olması, kişisel bütünlüğü ifade eder.” Bu yüzden konuştuğunda doğruyu söylemek, bütüncül ve oturmuş kişiliğin en önemli argümanıdır. “Kişisel bütünlük aslında sorumluluğun bir türüdür. Yani kişi düşünce, duygu ve davranışlarının ahenk içinde olmasından hesap vermeye hazır olduğu zaman kişisel bütünlük ortaya çıkmaktadır.” Mü’minler her şeylerinde doğruluktan ayrılmazlar. Düşüncede, amelde, insanlar arası ilişkilerde, konuşmalarında ve yaşamlarında doğruluk ehlidirler. Doğru olanı tasdik eder ve yaparlar. Asla yalan söylemezler. Hud süresinde doğru davranış ile ilgili olarak Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır: “Öyle ise emrolunduğun gibi dosdoğru ol.” Bu ayette Allah (c.c), Hz. Peygamber (s.a.v)’e ve inananlara, emrolundukları gibi doğruluk üzere gitmelerini, her hususta vahye uymalarını ve Kur’an’ın ahlakı ve ahkâmınca hareket etmelerini istemektedir. Mü’minler, Merhametlidirler: Kur’an da zikredilen mü’minlerin özelliklerinden biri de merhamet sahibi olup haksız yere cana kıymamalarıdır. Kur’an da şöyle buyrulmuştur: “Onlar ki Allah ile beraber başka bir tanrıya tapmazlar. Allah’ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar. Zina etmezler. Kim de bunları yaparsa cezaya çarpar.” “Dinimiz hiç kimsenin haksız yere öldürülmesine izin vermez. Bir insanı kasten öldüren tüm insanları öldürmüş gibidir. Bir mü’minin ise kasten öldürülmesi öldüren kimsenin ebediyen cehennemde kalması demektir.” İslam, tüm insanların can ve mal emniyetini sağlamıştır. Bir müslümanın kanı, malı ve namusu diğerlerine haramdır. Mü’minler, Allah’ın ve Resulünün çizdiği sınırlara riayet ederler. Kardeşlerinin can, mal ve namuslarında asla gözleri yoktur. Birbirlerinin iyiliğini isterler, birbirlerine dua ederler. Haklı bir sebep olmadıkça Allah’ın haram kıldığı cana kıymazlar. “Ancak birtakım hususlarda öldürmek caizdir. İslam’dan çıkıp tövbe etmeyen, zina eden evli ve haksız yere bir cana kıyan kimse öldürülür. Kasten adam öldüren kimse asi ve fâsık olur. Onun işi Allah’a kalmıştır. Dilerse azap eder, dilerse bağışlar. İslam âlimlerinin çoğunluğuna göre katilin tövbesi makbuldür.” Çünkü Allah’u Teala şirk dışındaki tüm günahları bağışlayabileceğini bildirmiştir. Mü’minler, toplumun huzurunu bozacak her türlü davranıştan kaçınırlar. Hiç kimseye haksızlık etmezler. Akrabalarının, komşularının hakkını gözetir, haklarına tecavüz etmezler. Kapkaç, gasp, hırsızlık, adam öldürme vb. gayri ahlaki davranışlara girmekten Allah’a sığınırlar. Bir hata, günah işledikleri zaman pişman olup tövbe ederler. Allah’tan hakkıyla korkar ve sakınırlar. İşte o mü’minlere cennet va’d olunmuştur. Şüphesiz Allah va’dinden dönmez. Mü’minler, Zorluklara Sabrederler: Sabır, sözlükte; ‘darlıkta kendini tutma, aklın ve şeriatın gerektirdiği durumlarda nefsi hapsetme, kendine hâkim olma, acıya katlanma’ anlamlarına gelmektedir. Sabır, insan tabiatına aykırı olan zorunlu hallere uymak ve güçlüklere karşı koymak demektir. Yine sabır, itidali muhafaza etmek, kolayca vazgeçmemek, sıkıntılara tahammül göstermek, düşmanın taarruzlarına karşı gerçek inançla sebat etmektir. Kur’an-ı Kerim’de yetmişten fazla ayette zikredilen sabır, insan tabiatına aykırı olan zorunlu hallere uymak ve güçlüklere karşı koymak demektir. Sabrın gayesi, beklenmedik olaylar, içine düşülen güçlükler karşısında tedirgin olmamak ve tahammül göstermektir. Sabır, içine düşülen sıkıntılarla mücadele etmede ve Allah’ın yardımını kazanmada önemli bir davranıştır. Sabır; müslümanın karşılaştığı üzüntü, zayıflık ve keder anlarında cesaretini artırarak, Allah (c.c) yolundaki işleri yapmada gerekli olan morali ve desteği sağlar. Böylece Müslüman, üstlendiği görevin yükünü taşımak için gerekli olan gücü kendinde bulur. “Sabrın birkaç çeşidi vardır: - Tevhid, adalet, nübüvvet ve ahretle ilgili bilgileri elde etme ve o bilgilerle muhaliflere cevap vermek için istinbatta bulunma meşakkatine sabretme. - Farz ve nafile ibadetleri eda etmenin sıkıntı ve zorluklarına sabretme. - Yasaklardan, haramlardan kaçınmanın sıkıntılarına sabretme. - Hastalık, fakirlik, kıtlık ve korku gibi dünyevi musibet ve afetlere karşı sabretme.” Sabretmek, mahkûmiyete, meskenete ve zillete razı olmak, haksız tecavüzlere, insan haysiyetine gölge düşürecek saldırılara katlanmak ve bunlara ses çıkarmamak anlamına gelmez. Çünkü meşru olmayan şeylere karşı sabretmek caiz değildir. Bunlara karşı içten üzüntü duymak ve bunlarla mücadele etmek gerekir. İnsanın kendi gücü ve iradesiyle üstesinden gelebildiği kötülüklere katlanması ya da karşılayabileceği ihtiyaçları karşısında gevşemesi sabır değil, acizlik ve tembelliktir. Mü’minler tüm bunlara sabrederler. Sabırlarının gücünü imanlarından alırlar. Allah’a güvenip dayanırlar. Yalnız O’na iman edip yalnız O’ndan yardım isterler. Ve o sabreden mü’min erkek ve mü’min kadınlara Allah’ın yardımı yakındır. Allah onlara büyük bir mükâfat hazırlamıştır Mü’minler, Tevâzu Sahibidirler: Tevâzu; alçak gönüllülük, kendini küçük görme demektir. Kibirlenmenin, büyüklenmenin zıddıdır. Bu özellik beğenilen ve tavsiye edilen hatta emredilen bir özelliktir. İnsanlar tevazunun sınırını iyi ayarlamalı, kişilik şahsiyetini ortadan kaldıracak kadar hafifmeşrep olmamalıdır. Kişinin şahsiyetini ortadan kaldıran seviyesiz davranışlar tevazu değildir. İnsan, büyüklük taslamamakla birlikte, zamanın ve yerin gerektirdiği davranışı göstermelidir. Yoksullar, düşkünler ve çocuklarla ilgilenmek, onların hal ve hatırlarını sormak tevazudur. İnsan makamı ve mevkisi ne olursa olsun Allah’ın kulu olduğunu unutmamalıdır. İslam tevazuya büyük önem vermiştir. Peygamberimiz bu özelliği hem bizzat üzerinde taşımış. Hem de sözleriyle tavsiye etmiştir. Tevazu sahibi insanlar kendilerinden aşağı olanlara küçük muamelesi yapmaz, onları hor ve hakir görmezler. İnsan hem mütevazı hem de vakar sahibi olmalıdır. Mümin ağırbaşlılık ve bir tevazu içindedir. Şımararak, haddi aşarak ayaklarını (gururla) yere vurmazlar. Kibirlenerek, böbürlene böbürlene yürümezler.” Mütevazı olarak yürümekten maksat, sekinet içinde vakarlı olarak yürümektir. Hasan el-Basri bu ayet hakkında şöyle demiştir: “Şüphesiz inananlar uysal bir topluluktur. Allah’a yemin ederim ki onların kulakları, gözleri ve organları hakka baş eğmiştir. O kadar ki onlarda bir hastalık olmadığı ve sıhhatli oldukları halde sen onları hasta sanırsın. Fakat onlardan bir başkasının kalbine girmemiş olan ‘Allah’ korkusu onlara girmiştir. Ahireti bilmeleri, onları dünyadan alıkoymuştur. Onlar: Bizden üstünlüğü gideren Allah’a hamdolsun, derler. Allah’a yemin ederim ki insanları üzüntüsü onları hüzünlendirmez. Kendisiyle cenneti isteyecekleri her şey onlara ağır gelmez. Cehennem korkusu onları ağlatır. Şüphesiz kim Allah’ın izzeti ile izzet bulmamışsa, dünyaya karşı hasret ve hayıflanmalar onun gönlünü parça parça eder. Her kim de, Allah’ın nimetini sadece bir yiyecekte veya bir içecekte görürse, şüphesiz onun ilmi az, azabı da yanıbaşında hazır olmuştur.” Mü’minler hem insanlara hemde Allah’a karşı tevazu sahibidirler. Kibirlenmezler, büyüklük taslamazlar. Tevazu sahibi olup herkese karşı alçakgönüllüdürler. Affedicidirler. Bilgisizlerin sataşmaları onların öfkesini değil, yumuşaklığını artırır. Kalplerinde kin ve nefrete, kibre ve gurura yer vermezler. Allah’ın rahmetini umarlar. Mü’minler, Takva Sahibi Kimselerdir: Korkma, sakınma, zarar ve eziyet veren şeylerden korunma, nefsi korkulan şeylerden sakınma anlamlarına gelen takva; Allah korkusuyla günahtan kaçınmak, Allah’ın emir ve yasaklarına uymakta titizlik göstermek, sakıncalı ve bazı mübah şeyleri terk ederek günah olan şeylerden nefsi korumaktır. Allah’ın himayesine girmek, emrini tutup azabından korunma anlamında Kur’ani bir terimdir. Bu şekilde titiz davranan insana ‘müttaki’ denir. İnsanlara göre farklı üstünlük dereceleri vardır. Kimilerine göre soy, kimilerine göre meslekler, kimilerine göre ülkeler, kimilerine göre giyilen kıyafetler, kimilerine göre derilerin rengi ve benzeri şeyler üstünlük sebebidir. Yüce Allah bütün insanları bir kadınla bir erkekten yaratmış, insanlar arasında takvanın dışında bir üstünlük kabul etmemiştir. “‘Takva’, korku duygusunu da içerisine alan bir çekinmenin, bir korunmanın ve bir saygının ahlak ve ibadet olarak gösterilmesidir. İslam insandaki bu korku ve ümit duygusunu işleterek, bu duyguların övülen bir sıfat haline gelmesini sağlıyor. Kur’an insandaki sıradan korku ve sığınma hissini geliştirerek, kişinin manevi olarak yücelmesinin yolunu açıyor. Takva duygusu, sıradan bir korku değil, belki yaratılıştaki korkunun düzene konularak bir korunma ahlakı, bir yücelme faaliyeti, bir sorumluluk bilinci haline getirilmesidir.En geniş ve kapsamlı koruma Allah’ın korumasıdır. Takva, insanın kendisini Allah’ın koruması altına koyarak ahirette zarar ve acı verecek şeylerden sakınması, ya da günahlardan uzak durması ve iyiliklere sarılmasıdır. Yine takvayı, ‘Allah’ın emrettiklerini tutmak, yasaklarından kaçınmak’ diye tarif edenler olduğu gibi; ‘yapılması günah olanı yapmaktan, terk edilmesi günah olanı terk etmemekten çekinmemektir’, ‘Allah’ın cezalandırmasından korkarak, O’nun verdiği bir nur ile O’na itaat etmektir’, ‘Allah’ın dışındakileri Allah’a tercih etmemektir’ şeklinde tanımlayanlar da olmuştur.” Takva sahibi olmak, Allah’ın sevgisine mazhar kılacak önemli bir özelliktir. Hiçbir insan başka bir insandan üstün değildir. Allah katında insanı değerli kılan, onun Allah’a olan saygısı ve takvasıdır. Mü’minler, bu saygı ve takva ile emredilen ibadetleri yerine getirir, yasaklanan çirkin şeylerden de uzak dururlar. Allah’ın yarattığı her şeye saygı gösterirler. Başkalarına karşı her zaman iyi niyetli ve hoşgörülü olurlar. Çünkü her insan dünyada yaptığı iyilik ve kötülükler sebebiyle ahirette hesaba çekilecek, ceza veya mükâfat görecektir. Allah rızası için ve samimi olarak yapılan ibadet ve her güzel davranışın Allah katında bir değeri ve kıymeti olacaktır. Ancak ibadetlerine riya katanların, insanların bulunmadığı yerde Allah’ın yasaklarını çiğneyenlerin yaptıkları iyiliklerin bir değeri kalmayacaktır. Bu açıdan takva çok önemli ve gereklidir. Mü’minler, Kardeş Olup Birbirlerini Allah İçin Severler: Sevgi, insanlarda doğuştan bulunan, bir kimseye veya bir şeye muhabbet besleme hissidir. Sevgi, topluma huzuru ve kardeşliği getiren birleştirici bir unsurdur. Kur’an, kalplerin sevgi ile birleşmesine önem verir. İnanan bir insanın kalbi sevgi ile doludur. Kin ve düşmanlık kâfirlerin özelliklerindendir. Yüce Allah iman edenlerin kalplerini sevgi ile birleştirmiş, onları bu sevgi ve bağlılıkla güçlendirmiştir. İslâm dininde kardeşlik, bütünüyle akide temeline dayanmaktadır. Allah (c.c), Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyurmaktadır “Mü'minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup-düzeltin ve Allah'tan korkup sakının umulur ki esirgenirsiniz.” “Bütün mü’minler, ebedi hayata sebep olan iman esasında birleşmiş, din kardeşi olmuşlardır. Mü’minlere düşen gerek iki fert, gerek iki mü’min toplum bozuştuklarında hemen aralarını bulup barıştırmaktır. Zira bu düzeltme ve kardeşlik takvadandır.Mü’minler bozuşmaktan korunmalı, kendi aralarında barış ve iyiliği korumalıdır. Aksi halde kardeşlikleri zayıflar, kâfirlere karşı mücadele güçleri zayıflar. Allah’ın azabından da iyi korunamazlar. Onun için mü’minler Allah’tan korkmalı, barış içinde yaşamalı ve her işlerinde takva yolunu tutmalıdırlar ki Allah onlara rahmet etsin, onları bağışlasın.” Mü'min erkekler ile mü'min kadınların, akide ve takva temelinde birbirleriyle yardımlaşmaları kardeşliğin bir gereği olarak zikredilmektedir. Bu yardımlaşma, bireysel ve toplumsal hayatta iman ve takva ilkesinin egemen olmasını sağlamak için gerekli görülmektedir. Nitekim bu amaçla bir araya gelen kimselere Allah'ın rahmet edeceği belirtilmektedir:“Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler ve Allah'a ve Rasûlüne itaat ederler. İşte Allah'ın kendilerine rahmet edeceği kimseler bunlardır...” SÜNNET’E GÖRE MÜ’MİNLERİN ÖZELLİKLERİ Allah’a ve İmanın Diğer Esaslarına İnanmak:Kur’an’da inanılması istenen esaslara ‘iman esasları’ denir. Allah, bu esasları Kur’an’ın değişik surelerine yaymıştır. Öncelikli olarak inanan insanın bu esasları kalbine yerleştirmesi, bu esasları özümsemesi gerekir. Bunlar arasında Allah’a ve ahirete imanın önemli bir yeri vardır. Diğer esaslar da bunların tamamlayıcılığı niteliğindedir. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in hadislerindeki iman tanımlamalarında bu esaslara ‘Kadere iman’ da eklenmiştir. “Bana imandan haber ver” dedi. Resulullah (s.a.v.): “İman; Allah’a, Allah’ın meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine ve ahiret gününe inanman; bir de kadere, hayrına ve şerrine inanmandır” buyurdu. Bu hadiste imanın altı esası da zikredilmiştir. Bunların ilki ve en önemlisi elbette ki Allah’a imandır. Bütün ilahi dinlerde Allah’ın varlığı en önemli inanç esası olmuştur. Çünkü bütün inanç esasları Allah’a imana dayanmaktadır. Allah’a iman, Allah’ın var ve bir olduğuna, bütün üstünlük sıfatlarıyla nitelenmiş ve noksan sıfatlardan uzak ve yüce bulunduğuna inanmaktır. İslam dininin temelini oluşturan Allah’a iman, her mü’minin kesinlikle kabul ve tasdik ettiği bir gerçektir. Meleklere iman, İslam dininin iman esaslarındandır. Meleklere iman, onların varlığına, masum ve temiz olduklarına, Allah ile kul arasında vasıta olduklarına imandır.İlahi kitaplar da melekler aracılığıyla peygamberlere ulaşır. Allah’ın inanılmasını emrettiği hususlardan birisi de kitaplara imandır. “O mü’minler, hem Hz. Peygamber’e vahiy ve inzal edilen Kitap ve şeriata, hem de ondan önce vahiy ve inzal edilmiş bulunan (yani Tevrat, İncil, Zebur, Suhuf gibi) kitaplara iman ederler. Dinimiz İslam’da inanç esaslarından biri de Peygamberlere imandır. Bu inanç, Allah’ın insanlar arasından seçtiği kimseleri ve onların Allah’tan aldığı ve aktardığı bütün bilgilerin doğru ve gerçek olduğunu onaylamayı gerektirir. Allah Kur’an’da, aralarında hiçbir ayırım yapmadan bütün peygamberlere inanılması gerektiğini belirtmiştir. Peygamberlerin bir kısmına inanıp, bir kısmına inanmamayı, inkârcılık saymıştır. Mü’minler Allah’ın indirdiği her kitaba, Allah’ın gönderdiği tüm peygamberlere inanırlar. Bütün Peygamberleri, Resulleri, Allah’ın kulları olan peygamberlere ve Resullere gökten indirilen kitapları tasdik ederler. Bir kısmına inanıp bir kısmını terk etmek suretiyle, onlardan hiç birisinin arasını ayırmazlar Mü’minlerin temel vasıflarından biri de görmedikleri halde ahirete iman etmeleridir. Ahirete iman, Kur’an da genelde Allah’a imandan sonra zikredilmiştir. Allah’a iman başlangıç, ahirete iman ise sonuçtur. Çünkü yapılan her iyiliğin ve kötülüğün karşılığı ancak o gün belirlenecektir. Ve o gün hiçbir şey karşılıksız bırakılmayacaktır. Dünya bir imtihan yeri, ahiret de o imtihanın değerlendirileceği yerdir. Orada Allah’tan başka bir yardımcı, O’nun izni olmadan bir şefaatçi yoktur. O gün bütün hesaplar görülecek ve neticelenecektir. Kader ve kazaya inanmak, hayır ve şer, iyi ve kötü, canlı ve cansız ne varsa hepsinin Allah’ın bilmesi, dilemesi, belirlemesi ve yaratması ile meydana geldiğine ve O’ndan başka yaratıcı olmadığına inanmaktır. Kader ve kazaya inanmak, genelde hayır ve şerrin Allah’tan geldiğine inanmak diye açıklanır. Hayır; iyilik, iyi ve yararlı iş anlamına gelir. Allah’ın yapmamızı istediği, sevdiği ve hoşnut olduğu davranışlar, hayırdır. Şer ise, kötülük, kötü ve faydasız iş anlamına gelir. Allah’ın sevmediği, yapmamızı istemediği, hoşnut olmadığı, doğru olmayan davranışlar şerdir. Kadere iman, kâinatta olan her şeyin yüce bir hikmete göre cereyan ettiğini kabul etmektir. Yani Yüce Allah’ın bu âlem için kanunlar, esaslar ve düzenler koyarak onları disiplin altına aldığını bilmektir. Bunlar hiçbir zaman insanlar için bir zorlama değildir. Çünkü insanların sahası ayrıdır. Kaza ve kadere iman eden bir mü’min, karşılaştığı musibetlerden, başarısızlıklardan ve sıkıntılardan dolayı isyan etmez, üzülmez, sabreder. Allah’ın her işinde bir hayır olduğunu bilir ve Allah’ın takdirine boyun eğer. Bu düşünce mü’mini ferahlatır ve ona güven duygusu verir. SÜNNET’E GÖRE İBADET AÇISINDAN MÜ’MİNLERİN ÖZELLİKLERİ Namaz Kılmak: Namaz, imandan sonra mü’minlere yüklenen en önemli görevdir. Mü’mini Allah’a bağlayan, İslami hayata hazırlayan, onu fuhşiyattan, kötülüklerden koruyan bir ibadettir. Bu ibadet, ibadetlerin en büyüğüdür. Dinin direği, mü’minin miracıdır. Resulullah (s.a.v), büyük günahlardan kaçınmak suretiyle ve hakkıyla ikame edilen namazların küçük günahlara kefaret olacağını bildirmiştir. Namaz, İslam’ın emrettiği en büyük ilk farzıdır. Hz. Peygamber (s.a.v.), ashabıyla beyat ettiği zaman, önce namazın kılınmasını şart koşar daha sonra diğer emirler üzerine beyat ederdi. Namazın kişinin hayatına olan faydasını anlatan hadislerin biri de şöyledir: Ebu Hureyre (r.a.), Resulullah (s.a.v.)’i şöyle buyururken işitmiştir: “Re’yinizi söyler misiniz? Birinizin kapısının önünden bir akarsu geçse (ev sahibi) her gün beş defa onun içinde yıkansın, ne dersiniz, bu yıkanma onun kirinden bir şey bırakır mı? buyurdu. Sahabiler: Hayır, bu onun kirinden bir şey bırakmaz, dediler. Resulullah (s.a.v.): “Beş vakit namaz da işte bunun gibidir. Onlarla Allah Teala günahları siler, mahveder” buyurdu. Bu hadiste de namazın fazileti açıkça görülmektedir. Evinin önünden akan sudan günde beş defa yıkanan kimsede kirden eser kalmayacağı gibi günde beş vakit namazını hakkıyla ikame eden kimsenin de günahından eser kalmayacaktır. Namazın ecrinden ve faydasından bahseden diğer bir hadsisi Ebu Hureyre (r.a.), şöyle rivayet etmiştir: Resulullah (s.a.v.): “Şüphesiz ki sizden biriniz namaz kıldığı yerinde bulunduğu müddetçe melekler ona salât eyler ve abdestini bozmadığı müddetçe ‘Ya Rabbi! Buna mağfiret eyle! Ya Rabbi! Buna mağfiret eyle!’ derler” buyurdular. Oruç Tutmak: İslam’ın dört temel ibadetinden ve beş temel esasından biri de oruçtur. Oruç, Hz. Peygamber’in Mekke’den Medine’ye hicretinden iki yıl sonra farz kılınmıştır. Farz olan orucun dışında ramazan ayının gecelerini ihya etmek de çok sevaptır. Oruç tutmak, insanı sadece yemeden, içmeden ve cinsel yakınlaşmadan uzaklaştırmak değildir. Müslümanlar oruçlu oldukları zamanlarda bu yasaklarla beraber her türlü kötü söz ve davranışlardan da uzak dururlar. Kişi hem oruç tutup hem de eski kötü alışkanlıklarına devam ediyorsa orucun ona bir faydası olmaz. Bu hadiste oruçlunun yalan ve gıybet gibi kötü fiillerden sakındırılması, bunlar esastan yasak iken oruçlu için bunların daha kötü olduğunu ve orucun kemâli,ancak bunlardan sakınıldığında meydana geleceğini tenbih etmek içindir. Yalan ve gıybet âlimlerin cumhuruna göre orucu bozmaz ise de oruçtan istenen kemal ve fazilet hâsıl olmaz. Zekât Vermek: Zekât ibadeti mali bir ibadet olup İslam’ın beş şartından birisidir. “İslam, beş şey üzerine kurulmuştur. Allah’tan başka ilah olmadığına ve Hz. Muhammed’in Allah’ın Resulü olduğuna şehadet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, hac etmek ve ramazan orucunu tutmak.” Peygamber Efendimiz (s.a.v), zekâtın İslam’ın beş esasından biri olduğunu bu hadisle bildirmiştir. Zekât kalbi ve malı temizler. Kalbi cimrilikten arıtır ve ruhu yüceltir. Şeytanın ileri sürdüğü fakirlik vesvesesinden uzaklaştırır. Allah katındaki mükâfata güveni temin eder. Malı temizler, zekâttan arta kalan malın helal olmasını sağlar. Diğer yandan zekât, cemiyeti her türlü ahlaksızlıklardan ve bozukluklardan korur. Lüks ve israfı önler. Fertler için sosyal sigorta olduğu gibi, toplumlar için de sosyal garanti unsurudur. Cemiyetteki acizleri korur ve böylece cemiyette anarşi ve dağılmayı önler. Zekât vermenin yerine getirilmesi gereken bir farz olduğunu, rivayet edilen bir diğer hadiste de görmek mümkündür. Zekât vermeye güçleri yetmeyenlerin, en azından ecri bol olan sadakayı vermeleri onlar için faydalı bir ibadettir. Adiyy bin Hatim (r.a.): Ben Resulullah (s.a.v.)’den işittim: “Bir hurmanın yarısı ile de olsa kendinizi ateşten koruyunuz” buyuruyordu. Hac Etmek: Yüce Allah, Kur’an’da şöyle buyurmuştur: “İnsanları hacca çağır; yürüyerek veya binekler üstünde uzak yollardan sana gelsinler. Taki kendi menfaatlerine şahid olsunlar; Allah'ın onlara rızık olarak verdiği hayvanları belli günlerde kurban ederken O'nun adını ansınlar. Siz de bunlardan yiyin, çaresiz kalmış yoksulu da doyurun.” Hac, müslümanların dini görevlerinin üçüncüsüdür. Erkek veya kadın her yetişkine, ilahi iradenin içinde kendini yok etmenin büyük çabasını yerine getirmek üzere, ömründe bir kere, Mekke’ye gitmesi farzdır. Hac ibadetini emredildiği şekilde yapmak, bu süre boyunca günahın ve haramın her türlüsünden uzak durmak, Allah katında büyük fazilettir. En hayırlı amellerin arasında makbul olan hac da vardır. Bütün ibadetlerde olduğu gibi hac ibadetinin de bireyin maddi ve manevi dünyasına sağladığı faydalar vardır. Hac, müslümanın öncelikle Allah’a sevgisini gösterme, malından ve canından fedakârlıkta bulunma ibadetidir. Müslüman, çeşitli sıkıntılara katlanarak bu fedakârlığı gerçekleştirir ve Allah’ın sevgisini kazanır, O’nun sevgisini kazanır. Ruhunu terbiye eder, değer verdiği faziletler uğruna sıkıntıya katlanmasını ve sabretmesini öğrenir. Peygamber Efendimiz (s.a.v) bir hadislerinde haccın bu konudaki önemine ve faydasına dikkat çekmiştir. Ebu Hureyre (r.a.), bir rivayette şöyle demiştir: Ben Peygamber’den işittim, şöyle buyuruyordu: “Kim Allah rızası için hacc yapar da cinsi münasebette ve onu davet eden hareketlerde bulunmazsa ve taat yolundan çıkmaz ise, o kimse (günahlardan sıyrılıp) anasının onu doğurduğu günkü gibi tertemiz dönmüş olur.” Hadis, hac yapanın bütün günahlardan kurtulacağını ifade etmektedir. Yalnız hac esnasında cinsel ilişki, kötü söz konuşmak ve günah işlemekten uzak durulması gerekir. Bu gibi davranışlardan sakınılarak, sadece Allah rızası için yapılan hac, büyük küçük bütün günahlara kefarettir. Çünkü hac esnasında nefsin istek ve arzularını unutup sadece Allah’ı ve O’na ibadet etmeyi düşünmek gerekir. Cihad Etmek: Cihad, müslümanın Allah’a kulluk ve O’nun rızasını temin İslam esaslarını öğrenme, öğretme, fert ve sosyal planda çalışma, İslam’ı tebliğ ve bu hususlarda içte ve dışta karşılaşacağı engelleri aşma konusunda içinde bulunması gereken şuurlu ve sürekli gayret, aksiyon halini ifade eder. Allah rızasını kazanmaya yönelik bütün gayretler cihat kavramı içerisinde değerlendirilir. Cihadın ne derece önemli ve gerekli bir ibadet olduğunu, bu ibadeti samimiyetle yapan mü’minlerin de en hayırlı insan olduğunu Ebu Said el-Hudri (r.a.) şöyle haber vermiştir: “Bir kere;– Ya Rasulallah! İnsanların hangisi daha faziletlidir? denildi. Bunun üzerineResulullah (s.a.v.): –Canıyla malıyla Allah yolunda cihad eden mü’mindir”, buyurdu. Cihadın önemini anlatan bir diğer rivayette Abdullah bin Mes’ud (r.a.) şöyle demiştir: Ben Peygamber (s.a.v.)’e: Amellerin hangisi Allah’a daha sevgilidir? diye sordum. Peygamber (s.a.v.): “Vaktinde kılınan namaz” buyurdu. Sonra hangisi dedim: “Sonra ana-babaya iyilik etmektir” buyurdu. Sonra hangisi dedim: “Allah yolunda cihad etmek” buyurdu. Bu rivayet, Allah’a sevimli olan amelleri bildirmektedir. Allah’a en sevimli amel vaktinde kılınan namazdır. Daha sonra ana babaya iyilik etmek, ondan sonrası da Allah yolunda canıyla malıyla cihad etmektir. Cihad, zor ve meşakkatlidir. İnsanlara hakkı ve sabrı tavsiye etmek sabır gerektiren bir mücadeledir. Bu mücadelede yapılırken, hak ve hakikat insanlara kolaylaştırılmalı, sevdirilmeli ve cazip hale getirilmelidir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ashabından herhangi birini bir iş hususunda bir yere gönderdiği vakit, ona: “Sevindirin, nefret ettirmeyin; kolaylaştırın, zorlaştırmayın” buyururdu. Bu hadis, dünyaya ait işlerde insanlara kolaylık gösterilmesini, ahiret umuru hususunda da hayırlı vaatler, sevindirici müjdeler verilmesini emretmiştir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bu suretle âlemlere rahmet olarak gönderildiğini ispat etmiştir. Cihad edenlerin mükâfatı cennettir. Diğer ibadetlerin karşılığı cennet olarak belirtildiği halde, cihat edenleri mükâfatı ayrıca söylenmiştir. Ebu Hureyre (r.a.), bir rivayette Resulullah (s.a.v)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Her kim Allah’a ve Resulüne iman eder de namaz kılar, ramazanda oruç tutarsa onu cennete girdirmek Allah üzerine bir hak olur. O kimse ister Allah yolunda cihad etsin, isterse içinde doğduğu toprağında otursun.” Bunun üzerine sahabiler: – Ya Rasulallah, bu haberi insanlara müjdeleyemez miyiz? dediler. Resulullah: – Şüphesiz cennette yüz derece vardır. Allah onları Allah yolunda mücadele edenler için hazırlamıştır. İki derece arasındaki uzaklık, gökle yer arasındaki uzaklık gibidir. Siz Allah’tan cennet istemek dilediğinizde O’ndan Firdevsi isteyin. Çünkü o, cennetin en ortası (en faziletlisi) ve en yücesidir” buyurdu. Bu hadise göre cihat etmek diğer ibadetlerden ayrı tutulmuş ve mükâfatı da ayrı olarak belirlenmiştir. Cihad etmek zordur, meşakkatlidir. Fedakârlık ister; ama inanan kişi için Allah (c.c), Peygamber (s.a.v) ve O’nun yolunda cihad etmek daha önemlidir. Ebu Hureyre (r.a.), Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Allah kendi yolunda gazaya çıkan kimseye kefildir. (Buyurur ki) Onu (çıkaran) ancak benim yolumda cihat etmek, bana inanmak ve Peygamberlerimi tasdik eylemek için çıkarmıştır. Şu halde o, kendisini cennete koymamı yahut alabildiği kadar ecir veya ganimet olarak içinden çıktığı evine döndürmemi benim üzerime garantilemiştir. Muhammed’in nefsi yed-i kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki, şayet bir yara Allah yolunda açılırsa kıyamet gününde açıldığı zamanki kılığında gelecek, rengi kan rengi, kokusu da misk olacaktır.” Bu hadiste cihadın önemini ve faziletini görmekteyiz. Allah kendi yolunda cihada çıkana kefil olmuş ona cenneti va’detmiştir. Şehadetin ve şehit olmanın fazileti hakkında Enes bin Malik (r.a.) tarafından rivayet edilen bir hadiste Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Şehitten başka cennete giren hiçbir kimse yoktur ki, dünyaya dönmeyi ve yeryüzündeki her şeyin kendisinin olmasını dilesin. Şehit ise gördüğü ikramdan dolayı dönmeyi ve on defa öldürülmeyi temenni eder.” Mü’minler mücadeleden asla vazgeçmezler. Münafıklar gibi cihaddan kaçmak için izin istemezler. Savaşa katılma konusunda tereddüt göstermezler. Onlar Allah yolunda cihad etmeyi her şeye tercih ederler. Allah yolunda cihad, onlar için her şeyden daha sevimlidir. Onlar için Allah yolunda şehit olmak en büyük zevktir. Mü’minler sadece iman etmekle kurtulacaklarını düşünmezler. İmanla beraber salih amelleri ve her amelde Allah’ın rızasını gözetmenin gerekliliğine inanırlar. Cihada kalktıkları zaman birçok güçlük ve sıkıntılarla karşılaşacaklarını bilirler. Tüm bu sıkıntı, güçlük, engellemeler ve eksiklikler içinde sabrederler. Allah’a güvenip dayanırlar. Zira zafer, cihad ve sabırdan sonra gelir. Sadaka Vermek: Sadaka geniş anlamıyla nafile olarak yapılan hayır ve hasenâtı, insan ve hayvanlara yapılan iyilik, lütuf ve ihsanları, hatta insanların gönlünü hoş eden güzel söz ve davranışları kapsamına alır. Mal veya parayı tasadduk etme yanında, mü'min kardeşine aracına binerken veya inerken yardımcı olmak, güler yüz veya tatlı dille selam verip onun gönlünü hoşnut etmek, yemek yedirmek, ikramda bulunmak gibi pek çok fiil ve davranışlar sadaka olarak nitelendirilmiştir. İslam’da sadakanın anlamı çok geniştir. Mutlaka maddi değeri olan bir şey olması gerekmez, iyilik adına yapılan her şey sadakadır. İnsan iyilik yapmak için zengin olmayı beklemeden elindeki imkânlar ölçüsünde sadaka vermelidir. İnsanın ailesi yüzünden fitnesi, onlardan dolayı helal olmayan söz söylemesi, helal olmayan iş işlemesi; çocukları yüzünden fitnesi, onlara aşırı sevgisiyle beraber birçok hayrata onlar yüzünden fırsat bulamaması yahut onları geçindireyim derken helâla ve harama bakmaması; komşusu yüzünden fitnesi ise zengin olmasını istemeyip ona hasede bulunmasıdır. Sadakanın önemini anlatan başka bir hadiste, Ebu Hureyre (r.a), Resulullah (s.a.v.)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Sadaka hiçbir malı eksiltmez. Af sebebiyle Allah bir kulun ancak şerefini artırır. Ve bir kimse Allah için tevazu gösterirse Allah onu ancak yükseltir.” Bu rivayette anlaşılan şudur ki sadaka asla malı eksiltmez. Zahiren öyle görünse de durum böyle değildir. Sadaka sebebiyle Allah o mala bereket verir, ondan zararı giderir. Bu suretle azalmış görünen mal, bereketle yerine gelir. Mal, görünür şekilde azalsa da ona verilen sevap ile eksikliği tamamlanır ve kat kat artırılır. Sadakada önemli olan bir husus da sadakanın gizlilik içerisinde verilmesi, riyadan ve gösterişten kaçınılmasıdır. İşte mü’minler bollukta da darlıkta da, sevinilecek ve yerinilecek durumlarda, sağlık ve hastalık hallerinde kısaca her durumda Allah’ın kendilerine vermiş olduğu helal rızıktan infak ederler. Allah yolunda harcarlar. Hiçbir şey onları Allah’a itaatten, O’nun rızasına kavuşturacak yerlere mallarını harcamaktan, çeşitli yollarla akrabalarına ve Allah’ın diğer yaratıklarına ihsanda bulunmaktan alıkoyamaz. Bu durum onların sağlam imanların bir sonucudur. Ana-Babaya İyilik Etmek: Ana ve baba toplum yapısının temeli olan ailenin kurucuları ve en önemli iki unsurudur. Allah’ın insanlardan korunmasını istediği en önemli beş şeyden birisi de neslin devamıdır. Neslin devam edebilmesi için bütün bu zorlukları çeken ana ve babalardır. Anne, yavrusunu dokuz ay karnında taşır, hamilelik süresince pek çok güçlükle karşılaşır, hayati tehlikeleri de göze alarak çocuğunu doğurur. Hiçbir şeye gücü yetmeyen çocuğunu büyütmek için, uykusundan, dinlenmesinden, sağlığından feragat eder. Ana babaya her türlü ikram ve iyilikte bulunmak, onların ihtiyaçlarını gidermek, onlara ‘öf’ bile dememek, onlara karşı daima tatlı dilli olmak ve onları üzecek tavır ve davranışlardan uzak durmak gerekir. Gönüllerini kıracak en küçük bir sözden bile kaçınmak, her hususta rızalarını kazanmaya çalışmak, yaşlandıklarında onların her türlü hizmetini yapmak ve hastalık anında tedavi ve bakımlarını yapmak biz mü’minlerin görevidir. SÜNNET’E GÖRE AHLAK AÇISINDAN MÜ’MİNLERİN ÖZELLİKLERİ Hayâ Sahibi Olmak:Mü’minlerin iffetli kalmalarını sağlayan en önemli duygu hayâ duygusudur. Hayâ sözlükte; nefsi çirkin şeylerden alıkoymak ve onları terk etmektir. Edeb; mahcubiyet, utanmak, ar ve namus, nefsin çirkin şeylerden sıkılması ve bunun için kötü şeyleri terk etmesidir. Hoş ve güzel olmayan bir olayın ortaya çıkmasından dolayı kalpte meydana gelen bir incelik ve ızdıraptır. Kısaca, utanma duygusudur. Ebu Hureyre (r.a.)’den rivayet edilen bir hadiste Peygamber (s.a.v.): “İman altmıştan fazla şubedir. Hayâ da imandan bir şubedir” buyurmuştur. Hangi sebepten kaynaklanırsa kaynaklansın, hayâ duygusu tamamen hayırdan ibaret olup insana ancak güzellikler bahşeden bir fazilettir. Bu asil duygunun, insanın hakkını elde etmesine engel olan çekingenlik, korkaklık ve beceriksizlik gibi olumsuz duygularla alakası yoktur. Bu güzel duygu, insana insanlık katan asil bir duygudur. İşte mü’minler bu duyguya sahip olan, bundan dolayı sıkılmayan ve kınanmaktan korkmayan kimselerdir. Müslüman özellikle Allah’tan utanır. Allah (c.c)’a karşı duyulan bu utanma duygusu, insanlardan utanmayı da gerekli kılar. Bu sebepten dolayı hayâ, insandaki ahlak duygusunun temelini oluşturur. Utanma duygusunu kaybeden insanda, ahlaka karşı bir duyarsızlık meydana gelir ve bu duyarsızlık insanı felakete götürür. Utanmayan insanın önünde hiçbir engel kalmamıştır. İnsanların hayâsız olmalarını şeytan istemektedir. Allah’tan ve insanlardan utanmayan, şeytanın isteklerine boyun eğer. “Şeytanın izinden yürümeyin. Çünkü o, sizin için apaçık bir düşmandır. O size ancak kötülüğü, hayâsızlığı ve Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi ister.” Hayâsızlığın ve ahlaksızlığın yerleştiği toplumlarda yaşamak sıkıntı haline gelir. Bu toplumlarda iffetli olmak zordur. İnsan, çevresindekilerin şerrinden bile emin olamaz. Kardeşlik, Sevgi ve Saygıya Özen Göstermek: Kanaatimizce günümüz müslümanının en önemli eksikliklerinden biri de Hz. Peygamber (s.a.v.)’in hayat ve ahlakını yeterince bilmemektir. Genelde Hz. Peygamber’in ibadet hayatı üzerinde durulur, fakat günlük hayatı, insanlarla olan ilişkileri o derece önemsenmez. Oysa Hz. Peygamber, Müslümanların ibadete olduğu kadar ahlaki değerlere de önem vermesini ister. Müslümanlar arasında kardeşlik, sevgi, saygı ve hoşgörünün yerleşmesini, Müslümanların birbirlerine zararlı değil, yararlı olmalarını birbirlerine yardımcı olmalarını ister. Bu ahlaki kurallara uyulduğu takdirde Müslümanlar arasında güven sağlanır. Bireysel ve toplumsal hayatta başarı elde edilmiş olur. Hz. Peygamber, Müslümanların birbirlerinin kusurlarını araştırıp, birbirlerini çekiştirmeleri yerine, tam tersine birbirlerinin kusur ve ayıplarını mümkün mertebe örtmelerini ve görmezlikten gelmelerini tavsiye etmiştir. Müslümanın kim olduğunu en güzel şekilde tarif eden Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Müslüman, dilinden ve elinden Müslümanların selamette kaldığı kimsedir. Muhacir de Allah’ın nehy ettiğini terk edendir.” Yani Müslüman; diğer Müslümanların ondan zarar görmediği, sözünden, konuşmasından ve her türlü hareketine kadar ondan yana güvende olduğu kimsedir. Mü’minler, diğer mü’min kardeşlerini Allah için severler. Onları asla kırıcı ve rencide edici söz ve davranışlarda bulunmazlar. Enes (r.a.)’den Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Kimde üç şey bulunursa imanın tatlılığını tatmış olur. Allah ile Resulü kendisine başkalarından daha sevgili olmak, bir kimseyi sevmek, fakat yalnız Allah için sevmek, (Allah onu küfürden kurtardıktan sonra) yine küfre dönmekten, ateşe atılacakmışçasına hoşlanmamak.” Bu hadiste Peygamber Efendimiz, mü’minlerin birbirlerini sevmelerini, kollayıp gözetmelerini istemektedir. Yani mü’min Allah’a ve O’nun emirlerine gerçekten iman ediyorsa diğer mü’min kardeşlerini sevmek zorundadır. Çünkü mü’minlerin gönlü sevgi ile doludur. Kin ve düşmanlık kâfirlerin özelliklerindendir. Yüce Allah, iman edenlerin kalplerini sevgi ile birleştirmiş, onları bu sevgi ve bağlılıkla güçlendirmiştir. Ebu Musa şöyle demiştir: Resulullah (s.a.v.): “Mü’min için mü’min, birbirini perçinleyen duvar gibidir.” Bu hadis, mü’minlerin birbirlerinin haklarına riayet etmeleri gerektiğine açık delil olup onları birbirlerine karşı saygılı, merhametli, şefkatli olmaya, günah sayılmayan hususlarda yardımlaşmaya teşvik etmektedir. Mü’minler, sevgilerini meşru olana yöneltirler. Sevdiklerini yalnız Allah’ın rızası için severler. Sevmediklerini de yine O’nun rızasını umarak sevmekten kaçınırlar. Ebu Hureyre’nin rivayet ettiği bir hadiste, Allah Resulü (s.a.v.), kıyamet gününde arşın gölgesinde gölgelendirilecek olan yedi sınıf insandan bir sınıfın mü’min kardeşini sırf Allah için seven kimseler olacağını buyurmuştur. Sözünde Durmak ve Güvenilir Olmak: Sözünde durmak, güven veren, sonu kurtuluş ve mutluluk olan bir sıfattır. İslami dini sözünde durmayı inananlara farz kılarak söz verip de sözünde durmamayı günah sayar. Mü’minler ki onlara bir şey emanet edildiği zaman emanete ihanet etmez, bilakis emanetleri ehline verirler. Bir ahit veya bir anlaşma yaptıklarında buna uyarlar. Emanete ihanet etmezler. Peygamber (s.a.v), yalan söylemeyi ve emanete ihaneti nifak belirtisi saymıştır. “Münafıklığın alameti üçtür: Konuştuğu zaman yalan söyler. Bir şeye söz verdiği zaman sözünde durmaz. Bir şey emanet edildiği zaman emanete hıyanet eder.” Nifak, toplumsal barış ve huzur ortamını tehdit edebilecek en tehlikeli durumlardan biridir. Nifak ve fitnenin hüküm sürdüğü yerlerde insanlar ciddi anlamda güven bunalımı yaşarlar. Bu bunalımın yaşanmaması için nifaktan ve yalandan uzak durmak şarttır. Mü’minler, güvenilir insanlar olup hileden, kaypaklıktan ve verdikleri sözü yerine getirememekten kaçınırlar. Yerine getireme yecekleri bir şey hakkında kimseye söz vermezler. Zira Yüce Allah: “Verdiğiniz sözü yerine getirin. Çünkü ahdini bozan (bozduğu ahid yüzünden) sorguya çekilecektir” buyurarak kullarını bu hususta dikkatli olmaya çağırmaktadır. Yüce Allah, sözünde duranlara da büyük lütuflarda bulunacağını şöyle haber vermiştir: “Kim ahdini bozarsa kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allah ile olan ahdine vefa gösterirse, Allah ona büyük bir mükâfat verecektir.” Cömert Olmak: Cömertlik, sırf Allah rızası için iyilik ve yardımda bulunmayı sağlayan önemli bir ahlaki ilkedir. Cömertlik, ruhun bir güzelliğidir. İnsanları muhtaç olanlara vermeye, iyilik yapmaya sevk eder. Bu özelliğe sahip olan kişi, ferdi ve toplumsal alanda gerekli olan her yere yardım eder. Boş Şeylerden Yüz Çevirmek: Mü’minler, maddi ve manevi hiçbir faydası olmayan, aksine zararı bulunan boş ve gereksiz konuşmalardan kaçınırlar. Bu tür şeylerle ilgilenmeyip boş yere vakit geçirmezler. Mü’minler söz söylerken doğruyu söyler, gereksiz yere konuşmaz, kötü söz söylemezler; ya hayır konuşurlar yahut susarlar. Mü’minler, davranışlarında olduğu gibi konuşmalarında da ölçülü olurlar, gereksiz ve faydasız şeylerden kaçınırlar. Boş yere insanları güldürmek veya eğlendirmek için yalan söylemez, şaklabanlık yapmazlar. Onlar, tevazu sahibi, kibirden uzak, ölçülü ve dengeli hareket eden kimselerdir. Ne zaman, nerede ve neyi konuşacaklarını iyi bilirler. Sözü gereksiz yere uzatıp insanları rahatsız etmezler. Ahlaklı Olmak: Ahlak; huylar, seciyeler, mizaçlar anlamında bir kavramdır. Mü’mine doğru ve dürüst davranmak, facire de hak ettiği gibi davranmaktır. Hulk, huluk kelimelerinin çoğul şeklidir. Bu kelimeler insanın ruh ve beden bütünlüğüyle alakalıdır. Bu çerçevede ahlak; ‘insanın bir amaca yönelik olarak kendi arzusu ile iyi davranışlarda bulunup, kötülüklerden uzak olmasıdır’ şeklinde tanımlanabilir. İslam ahlakı vahye dayanır. Âlemlere güzel ahlakın örneği olarak gönderilen Peygamber Efendimiz, güzel ahlaklı olmayı emretmiş, ahlakı güzel olan mü’mininde en üstün olduğunu bildirmiştir. Osman İbn-i Şeybe’nin rivayetinde Mesruk (r.a.) şöyle demiştir: Resulullah (s.a.v.): “Şüphesiz sizin ahlakı en güzel olanlarınız, en hayırlılarınızdır” buyurdular. Güzel ahlak mü’minin imanını tamamlar ve mükemmelleştirir. Mükemmel bir iman da insanın bütün davranışlarını kontrol eder ve yönlendirir. Böyle bir kimse her işini Allah rızası için ve Sünnet’e uygun olarak yapmaya gayret eder. Utanmak fazilettir. Güzel ahlak Peygamberlerle evliyaullahın sıfatıdır. Güzel ahlak; iyiliği çok yapmak, kötülükten vazgeçmek ve güler yüzlü olmaktır. Yine güzel ahlak; insanlarla güzel geçinmek, onlara kendini sevdirmek, onlara acımak, zahmetlerine katlanmak, kötülüklerine sabretmek, kibri terk etmek, şiddet ve gazaptan uzak durmaktır. Mü’minler insanlara karşı yumuşak olan, onların hatalarını gördüğü zaman yumuşak ve nazik bir ifadeyle düzeltirler. Yalan, iftira, gıybet, küfür, lanet okuma, alay etme, kibirlenme, koğuculuk yapma, cimrilik, riya, kıskançlık vs. gibi duygu ve davranışlardan uzak dururlar. Zira İslam ahlakı; sevgi, saygı, hürmet, merhamet, edep, hayâ, nefse hâkimiyet, tevazu, adalet ve benzeri hususlar üzerinde yükselmiştir. Güzel ahlak Yüce Allah’ın emridir. Mü’minlerin en büyük hedefi, en güzel örnek olan Allah Resulü’nün ahlakı ile ahlaklanmak olmalıdır. Doğru Sözlü Olmak: İslam ahlakının en temel unsurlarından biri olan doğruluk; insanın içi ile dışının, özüyle sözünün bir olmasıdır Mü’minler, az, öz ve ölçülü konuşmayı adet edinen kimselerdir. Onlar gereksiz ve anlamsız konuşmalardan kaçınırlar. Her halükarda yalan söz ve yalan haberden sakınıp, doğru konuşmaya gayret ederler. Hz. Peygamber (s.a.v) bir hadis-i şeriflerinde doğruluğun insanı cennete götüreceğini, yalancılığın da insanı cehenneme sürükleyeceğini haber verir. “Doğruluktan ayrılmayın. Çünkü doğruluk insanı iyiliğe, iyilik de cennete götürür. İnsan doğru olmaya ve doğruluğu aramaya devam ederse sonunda Allah katında ‘Doğru’ diye kaydedilir. Yalandan sakınınız. Çünkü yalan insanı günaha, günah da cehenneme sürükler. Kul yalan söylemeye ve yalan peşinde koşmaya devam ederse; sonunda Allah katında ‘Yalancı’ diye kaydedilir.” Bu hadisten açıkça anlaşılan şudur ki; pek çok kötülüklere sebep olan yalan sözlülük müslümana yakışmaz. Yalancılık her türlü kötülüğün başı olup cehenneme götüren bir davranıştır. Bunun aksi olan doğruluk da cennete ulaştıran en güzel davranıştır. İyi bir mü’min olabilmenin yolu doğruluktan geçer. Müslümanın sözü doğru olduğu gibi kalbi de, işi de doğrudur. İşinde hile olmaz, kimseyi aldatmaz. Her yerde her zaman doğrularla birlikte olur. Doğru sözlü olmak, güven veren ve sonu mutluluk olan bir sıfattır. Müslüman hayatı boyunca hata edebilir, yanılabilir, şeytana uyabilir, günah işleyebilir ama asla yalancı olmaz. Her işinde ve her hareketinde doğru ve dürüst davranır asla yalana bulaşmaz. Dinimiz yalan söylemeyi büyük günah olarak nitelemiş, Peygamber (s.a.v) de yalan söylemeyi ve emanete ihaneti nifak belirtisi saymıştır. “Münafıklığın alameti üçtür: Konuştuğu zaman yalan söyler. Bir şeye söz verdiği zaman sözünde durmaz. Bir şey emanet edildiği zaman emanete hıyanet eder.” Ebu Hureyre (r.a.) şöyle demiştir: Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Sen kıyamet günü Allah katında insanların en şerlisinden bir nev’ini (iki sınıf halk arasında) şunlara bir yüzle, bunlara bir yüzle gelmekte olan ikiyüzlü (münafık kimse) bulursun.” Doğruluk bir akittir. Sıdıkları, özellikleri sabır, itaat, infak, istiğfar, ihlâs, takva, hayâ ve emanete riayet gibi özelliklerdir. Mü’minler söz söylerken doğruyu söyler, gereksiz yere konuşmaz, kötü söz söylemezler; ya hayır konuşurlar yahut susarlar. Doğruluk düşüncede, sözde, niyette, irade de, azimde, vefa ve amelde doğruluk şeklinde tezahür eder. Bütün bunların kaynağı Kur’an ve Sünnet’tedir. Öte yandan düşünce ve eylem birliği doğruluğun esasıdır. Düşünce ve inançta tam anlamıyla İslam’a yönelinmedikçe ve İslami yükümlere teslim olunmadıkça davranışların doğru olması mümkün değildir. İyiliği Emretmek, Kötülükten Sakındırmak: Mü’minler, birbirlerinin dostlarıdır. İnsanlara Allah’a ve Resulüne itaat etmeyi, Peygamberin Allah katından getirdiklerini tasdik etmeyi emrederler, Allah ve Resulünü inkâr etmeyi menederler. Enes (r.a.) şöyle demiştir: Resulullah (s.a.v.): “Ey mü’min, sen mü’min kardeşine zalim iken de mazlum iken de yardım et” buyurdu. Sahabiler: Ya Rasulallah! Şu mazlum olan kişiye yardım edebiliriz. Fakat o zalime nasıl yardım ederiz? diye sordular. Resulullah (s.a.v.): “Zalimin iki elinin üstünü tutarsın (yani onu zulmünden men edersin)” buyurdu. Bu hadisle zalimlerin zulmüne razı olmak değil, onların zulmünün sona ermesi için onları uyarmak ve engellemek gerektiğini görüyoruz. “Allah’ın aziz kıldığı bu mü’minler, bütün günahlardan tevbe ederler, kötülükleri terk ederler, ibadet ederler, Rablerinin emirlerini yerine getirirler ve O’na ibadete devam ederler. Allah’ın yarattıklarına fayda verirler. İyiliği emretmek, kötülükten nehyetmek suretiyle Allah’a itaata onları irşad ederler. Zira onlar neyin yapılması gerektiğini, neyin de terk edilmesi gerektiğini bilirler. Helal ve haram konusunda Allah’ın hükümlerini hududunu muhafaza ederler. O muhafaza hem ilim hem de amel bakımındadır. Onlar hem Allah ’a ibadet eder hem de yaratıklarına nasihat ederler.” Mü’minler yaptıkları ve yapmadıkları ameller hususunda Rablerinden korkarlar. Rablerinin rızasını, bol sevabını umarak haramlara ve günahlara karşı sabrederler. Kötülüğü, iyilik yaparak ortadan kaldırırlar. Birisi onlara eziyet ettiği zaman, ona sabırla, tahammülle, af ve bağışlama ile iyilik yaparak mukabelede bulunurlar. Sabırlı Olmak: Sabır, nefse haz veren şeyleri terk etmek, kaza ve kaderin tecellilerine karşı şikâyette bulunmamak, belâ ve musibetler karşısında sızlanmamak gibi manalarda kullanılmıştır. Sabır; acıya, sıkıntıya katlanmak, nefse hoş gelmeyen hâlleri tahammülle karşılamak ve zorluklara dayanmak demektir. Sabırda insan hayatında karşılaşılan her şey gibi, güçlüklerle yüz yüze gelinmesinin de Allah’ın bilgi ve ira- desi dâhilinde gerçekleştiğine olan inanç vardır. Mü’minler, olayları telâşa kapılmadan ve moralini bozmadan karşılar ve sonunu bekleyerek işleri zamana bırakmayı seçerler. Dünya hayatının bir sınavdan ibaret olduğu bilinciyle davranır ve her şeyin ancak O’nun izniyle bir hikmet dairesinde cereyan ettiğine inanırlar. Şeytanın tahriklerine ve vesveselerine kapılmadan bu inançlarını korurlar. Sabır, mükâfatı af ve cennet olan bir davranıştır. Sabır, içine düşülen darlığın ve sıkıntının geçmesi için Allah’ın yardımını kazandıran, günahlarının bağışlanmasına vesile olan güzel bir davranıştır. Öfkesine Hâkim Olmak: İnsan, herhangi bir şeye sinirlendiği zaman öfkesini yenebilmelidir. Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de: “Cennete girecek takva sahipleri bollukta ve darlıkta harcayı yedirenler, öfkelerini yutanlar ve insanların kusurlarını bağışlayanlardır” buyurmaktadır. Bu ayette de ifade edildiği gibi mü’minler, öfkelerine hâkim olup insanların kusurlarını bağışlarlar onu yener ve kendilerine kötülük yapanları affederler. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), cesur, yiğit ve insanların yenemediği kimsenin, öfkelendiği zaman öfkesine hâkim olan kimse olduğunu bildirmiştir. “Çok kuvvetli pehlivan, birçok güreşçiyi yere serip galip gelen değildir. Asıl kuvvetli pehlivan öfkelendiği sırada nefsine malik ve iradesine hâkim olan kimsedir” buyurmuştur. Kişinin kendi istekleriyle mücadelesi her türlü mücadelenin en zorudur. Bir Müslüman kişisel ve toplumsal zararlarını düşünerek öfkelenmemeye çalışmalı ve bu uğurda gayret etmelidir. Mü’minler yumuşak huylu olup, olur olmaz şeylere öfkelenmezler. İnsanlar arasında fark gözetmeksizin herkese nazik davranırlar. Merhametli Olmak: Kur’an da zikredilen mü’minlerin özelliklerinden biri de merhamet sahibi olup haksız yere cana kıymamalarıdır. Kur’an da şöyle buyrulmuştur: “Onlar ki Allah ile beraber başka bir İlaha tapmazlar. Allah’ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar. Zina etmezler. Kim de bunları yaparsa cezaya çarpar.” “Dinimiz hiç kimsenin haksız yere öldürülmesine izin vermez. Bir insanı kasten öldüren tüm insanları öldürmüş gibidir. Bir mü’minin ise kasten öldürülmesi öldüren kimsenin ebediyen cehennemde kalması demektir.” İslam, tüm insanların can ve mal emniyetini sağlamıştır. Bir müslümanın kanı, malı ve namusu diğerlerine haramdır. İnsanlara ve tüm canlılara merhametli davranmak, mü’minlerin sahip olduğu güzel ahlaktandır. Cerir bin Abdullah (r.a.), Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Merhamet etmeyene merhamet olunmaz.” Müslüman katı kalpli olmamalı, merhametli ve temiz kalpli olmalıdır. Allah’a olan saygısından dolayı Allah’ın yarattığı şeylere de saygı gösterir. Affedici Olmak: Affetmek; terim olarak; ‘kötülük veya haksızlık edeni, suç veya günah işleyeni bağışlama, cezalandır maktan vazgeçme’ anlamlarında kullanılmaktadır. Yüce Allah’ın sıfatlarından olan affetmek, mü’minlerin de en önemli özelliğidir. Allah insanları affettiği gibi, mü’minler de birbirlerini affetmesini bilmelidirler. Ebu Hureyre (r.a), Resulullah (s.a.v.)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Sadaka hiçbir malı eksiltmez. Af sebebiyle Allah bir kulun ancak şerefini artırır. Ve bir kimse Allah için tevazu gösterirse Allah onu ancak yükseltir.” Bu hadis bize şunu göstermektedir ki affeden kimsenin Allah, şerefini artırır. Diğer insanların kalbinde ona karşı sevgi yerleştirir. O kişi kalplerde büyür. Şerefi artar ve herkes ona saygı ve ikramda bulunur. Allah için tevazu gösterdiğinde Allah, onu dünyada ve ahirette yükseltir. Herkesin kalbinde yer eder. Derecesi artar. İnsanı yaratan Yüce Allah onu başıboş, sahipsiz ve rehbersiz bırakmamıştır. Ona dünya ve ahiret mutluluğunun reçetesini sunmak üzere kitaplar ve bu kitapları açıklayan peygamberler göndermiştir. Müslüman olmanın ilk şartı kişinin Allah’a inanmasıdır. İnsan bu inanç temeli üzerinde hayatını şekillendirir. Müslüman kişinin iman olmadan yaptığı bütün iş ve davranışların Allah katında hiçbir değeri yoktur. Zaten hakiki bir inanç olmadan istenilen ibadetlerin ve bu ibadetlere uygun davranışların insan hayatında gerçekleşmesi de beklenemez. Kur’an-ı Kerim’de kullanılan ‘mü’min, münafık ve kâfir’ kavramları İslam inancında önemli olan kavramlardır. Bu kavramları günlük hayatta da sıkça kullandığımız için bunların doğru bir şekilde bilinmesi ve kullanılması gerekir. Bu nedenle iman açısından insanları tahlil ettiğimiz bu çalışmamızda önce iman ve İslam’ı, sonra da mü’min, münafık ve kâfir kelimelerini tanımaya ve tanıtmaya çalıştık. İman ve İslam arasında lügat olarak farklar bulunsa da bu iki kelime arasında çok yakın anlamlar ve bağlantılar olduğunu gördük. İman etmek Allah’a teslim olmaktır. Mü’min de can-u gönülden iman edip bu imanını salih amele dönüştürme gayreti içerisinde olan kimsedir. İslam ise teslim olmak, Allah’ın hükmüne razı olmak, dini Allah’a has kılmak ve doğrudan ayrılmamaktır. Buna göre Müslüman da tam bir teslimiyetle iman eden ve fiilen İslam’ı yaşayan kimsedir. Mü’min, inanç esaslarını kalp ile tasdik, dil ile ikrar azalar ile amel edip bununla birlikte Allah’ın emirlerini yapan ve yasaklarından sakınan, bütün varlığı ile Allah’ın hükümlerine teslim olandır. Mü’minlerin sahip oldukları inanç, sadece kalpte yer alan bir inanç değildir. Bu inanç mutlaka sahibini harekete geçiren, onun davranışlarını şekillendiren ve ahlakını güzelleştiren bir inançtır. Aksi halde bu imanın sahibine bir faydası olmaz. İbadetler, Yüce Allah’ın razı olduğu çerçevede mü’minlerin yaptığı her türlü davranışı içine almaktadır. İslam’ın şartları olarak ifade edilen namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek ve hacca gitmek bunların en başta gelenidir. Bunların dışında mü’minin sırf Allah’ın rızasını kazanmak amacıyla kendisi, yakın çevresi ve tüm insanlık için yaptığı faydalı bütün davranışlar da ibadet olarak değerlendirilir. İbadetler sadece belirli hareketlerin taklit edilmesi ve tekrarlanmasından ibaret değildir. Tüm ibadetler, anlamı bilinerek bilinçli bir şekilde yerine getirildiğinde mü’mine maddi ve manevi faydalar sağlar. İbadetlerin gerçekleşebilmesi ve düzenli olarak yerine getirilebilmesi için imanın, inancın olması zaruridir. Sağlam bir inanç olmadan yapılan ibadetlerin Allah katında hiçbir kıymeti ve değeri yoktur. İslam’da insanların davranışlarını nitelendirmek için ahlakın kaynağı olan ölçüler Kur’an ve Sünnet’tir. Bu iki kaynaktan beslenerek ortaya çıkan ahlak, güzel ve ideal olan ahlaktır. Mü’minler, inancının ve ibadetlerinin bir gereği olarak güzel ahlaklı olmaya çalışırlar. Kur’an’da kötülenip yasaklanan ve toplumun düzenini bozacak olan kötü ahlaktan uzak dururlar. Çünkü onların sağlam inançları ve samimi ibadetleri, ahlaklarını ve davranışlarını güzelleştirir. ► Mü’minlerin her biri, Allah’ın varlığına birliğine, meleklerin varlığına, insanları hidayete erdirmek için gönderilen kutsal kitaplara ve peygamberlere, öldükten sonra dirilmeye, kıyamete, cennete, cehenneme, hesaba ve mizana iman ederler. Allah (c.c)’ın, yarattığı her şey için bir gaye, düzen, zaman ve mekân tayin ettiğini, hiç bir şeyi gayesiz, ölçüsüz, hikmetsiz ve başıboş yaratmadığını kabul ederler. ► Allah’ın sevgili kulları namazı dosdoğru ve devamlı kılarlar. Namazın terkini küfür alameti sayarlar. Namazlarını gösterişten uzak; şart, rükün, âdâb ve huşu ile en mükemmel şekilde eda ederler. Üzerlerine farz olan ramazan orucunu tutarak nefislerini terbiye eder, zekâtlarını da vererek İslam cemiyetini kalkındırırlar. Yine gücü yetenler, dini bir görev olarak hac ibadetini ifa ederler. ► Allah’a ve Resulüne iman etmiş olan mü’minler, iman ve inançlarına uygun, Allah’ın rızasına götüren hayırlı ve faydalı işleri yaparlar. Yasaklanan büyük günah ve çirkinliklerden kaçınırlar. Yeryüzünden fitneyi söküp atmak ve Allah’ın dinini hâkim kılmak amacıyla güçleri yettiği kadar mal, can, fikir, bilgi vb. her şeyle Allah yolunda meşru bir şekilde mücadele ederler. ► Onlar, sevdikleri zaman Allah için sever, buğzettikleri zaman da Allah için buğzederler. İnsanlara Allah’a ve Resulüne itaat etmeyi, Peygamberin Allah katından getirdiklerini tasdik etmeyi emrederler, Allah ve Resulünü inkâr etmeyi menederler. ► Allah’ın inançlı kulları, cömert ve yardımseverdirler. Allah’ın rızasını umarak kendilerine verdiği maldan ihtiyaç sahiplerine bollukta ve darlıkta infak ederler. Gösteriş olsun diye infak yapmaz, yaptıkları infakın ardından onu başa kakmaz, etrafa yaymaz ve ondan karşılık beklemezler. Mallarını gece gündüz, gizli ve açık Allah yolunda harcarlar. ► İnananlar Rablerini her şeyden çok severler, O’na hakkıyla iman eder, O’ndan korkup sakınırlar. Allah’ın çizdiği hudutlara riayet eder, onları çiğnemezler. O’nun emrettiklerini yapar, yasakladıklarından da kaçınırlar. Onların bütün uzuvları Allah’a boyun eğmiştir. Allah’ı hamd ile tesbih ederler. ► Evlilik durumu hariç bütün gayrı meşru hallerden ırzlarını korurlar. Onlar hayâlı olup, başta cinsel arzuları olmak üzere bütün isteklerini kontrol altında tutar, her türlü gayrı ahlaki söz ve davranıştan uzak dururlar. ► Mü’minler, doğru sözlü, ahde vefalı ve güvenilir kimselerdir. Özü ve sözleri birdir. Düşüncede, amelde, insanlar arası ilişkilerde, konuşmalarında ve yaşamlarında doğruluk ehlidirler. Emanete ve ahitlerine riayet eder, asla yalan söylemezler. Onlar, bir söz söylediğinde yalan söyleyen, kendisine bir emanet verildiğinde ihanet eden ve içlerinden bir anlaşma yaptığında haksızlık eden münafıklar gibi değildirler. ► Onlar, boş ve faydasız olan söz ve davranışlardan uzak dururlar. Kötü sözlerin söylendiği, kötü davranışların yapıldığı mekânlarda bulunmazlar. Cahillerle gereksiz konularda tartışmaz, onlardan yüz çevirirler. Öfkeleri kabardığı zaman onu yener, kendilerine kötülük yapanları affederler. İnsanlara karşı kin ve nefret duygusu beslemez, onların kusurlarını affederler. ► Mü’minler, Allah’ın ve Resulünün çizdiği sınırlara riayet ederler. Toplumun huzurunu bozacak her türlü davranıştan kaçınırlar. Hiç kimseye haksızlık etmezler. Akrabalarının, komşularının hakkını gözetirler. Birbirlerine karşı merhametli, kâfirlere karşı ise güçlü ve korkusuzdurlar. ► İman sahipleri, bolluk ve bereket halinde şükreder, sıkıntı ve imkânsızlık halinde ise sabrederler. Yaşadıkları hayatın geçici olduğu bilincine vardıkları için başlarına gelebilecek her tür olumsuzluğa karşı sabreder, Allah’a itaat ve iyi ameller işlemek için de sabır gösterirler. ► Allah’ın inanan kulları mütevazı, orta yollu, ağırbaşlı ve alçak gönüllüdürler. Onların yürümeleri, hal ve hareketleri bir yumuşaklık, bir vakar, bir ağırbaşlılık ve bir tevazu içindedir. Kibirsiz ve kendini beğenmeksizin yürürler. Kalplerinde kin, nefret, gurur ve kibir yoktur. Hem insanlara hem de Allah’a karşı mütevazidirler. ► Allah katında insanı değerli kılan, onun Allah’a olan saygısı ve takvasıdır. Mü’minler, bu saygı ve takva ile emredilen ibadetleri yerine getirir, yasaklanan çirkin şeylerden de uzak dururlar. Allah’ın yarattığı her şeye saygı gösterirler. Başkalarına karşı her zaman iyi niyetli ve hoşgörülü olurlar. ► Mü’minler, yeryüzünün neresinde olurlarsa olsunlar, dilleri, renkleri, kavim ve milliyetleri ne olurlarsa olsun, tam anlamıyla birbirlerinin kardeşleridirler. Bu kardeşler kendi aralarında apayrı bir topluluk oluştururlar. Kendi dinlerine saldıran veya imana karşı küfrü tercih eden kimselere asla sevgi beslemezler. Hiç şüphesiz onların gönüllerini sağlam ve köklü bir biçimde birbirine bağlayan bağ, iman ve takva esasından kaynaklanan kardeşlik bağıdır. Burada bekli de birçok özelliğini zikredemediğimiz mü’minler, imanları sağlam, ibadetleri ihlâslı ve samimi, ana babaya, akrabaya ve komşuya iyilik eden, güzel ahlaklı, merhametli ve örnek kimselerdir. Allah onlardan razıdır, onlar da Allah’tan razıdır. Kardeşiniz Huseyin Ebu Emre